Çöküş dönemine giren Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde devletin bölünmesini engellemek için İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük akımları Aydınlar arasında tartışılıyordu. Hatta büyük Türkçü Yusuf Akçura ‘’3 Tarz-ı Siyaset’’ adlı makalesinde bu akımlar ile ilgili analiz yapmış ve Türkçülüğün uygulanması gerekliliğini sebepleri ile anlatmıştır. Diğer akımların bu parçalanmayı neden engellemeyeceğini sebepleri ile açıklamıştır. Yine aynı dönem de Mustafa Kemal’in fikir babam dediği büyük Türkçü Ziya Gökalp konu ile ilgili çok önemli çalışmalar yapmış ve bu çalışmaların sosyal, siyasal, kültürel alanlarda nasıl uygulanacağını göstermek amaçlı birçok eser yazmıştır. Adını sayamayacağımız birçok Türkçü Münevver Osmanlı’nın son dönemi, İstiklal Harbi ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında yayınladıkları eserler ile fikri manada katkı sunmuştur. Öyle ki Mustafa Kemal Atatürk kurduğu yeni rejimde bu Aydınların etkisi ile Türkçü dokunuşlar yapmıştır. Güneş Dil Teorisi, kağıt paralarda ve Meclis kürsüsü arkasında Bozkurt simgesinin olması, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu gibi önemli iki kuruluşun kurulması (Türk Tarih Kurumunun kurulma aşamasında Yusuf Ziya Akçura da vardı ve Başkanlığını 3 yıl yaptı ), Türk Tarih tezinin oluşturulması gibi birçok adım da bahse konu olan etkileşimin en önemli örnekleridir. Sağlığı süresince büyük bir Türkçü olarak yaşayan Atatürk sonrası dönem konjonktürün getirdiği büyük sorunlarla yüzleşme gerçekliği ile karşılaşılmasına sebep olmuştur. Türkistan ve Kafkasya da bulunan Türk devletlerinin Sovyet rejimi altında bulunması, Türk Dış Politikasında aynı soydan olan ırkdaşlarını ülke topraklarına katma politikası olan ‘’İrredentizm’’ politikasının uygulanmasını engelleyici bir şekilde karşımıza çıkmıştır. Bu politikaya karşı Türk Dış Politikasında mevcut durumu koruma anlamına gelen ‘’Statükoculuk’’ temel ilke olarak benimsenmiş ve günümüze kadar süregelmiştir.
Sovyet Rusya’nın Jeopolitik bir sorun olarak yanı başımız da durduğu ve 2. Dünya Savaşının yaşandığı bu süreçte Ziya Gökalp’ten fikri manada etkilen Hüseyin Nihal Atsız, Sabahattin Ali tarafından açılan dava sonrasında yargılanmaya başlanmıştır. Nazi Almanya’sının savaşı kaybetmesinden sonra Sovyet Rusya’nın Türk Hükümetine baskı yapması neticesinde hakaret davası olan bu dava siyasi bir hal almıştır. Atsız’a mahkeme de destek olmak için gelen öğrencilerin salona alınmaması, kalabalık grubun dışarıda gösteri yapmasına sebep olmuştur. İçinde Alpaslan Türkeş’in de olduğu gençlerden oluşan gruba Güvenlik güçleri sert müdahale etmiştir. Önemli isimlerin bulunduğu bu dava yaklaşık bir yıl sürmüş, 23 kişi yargılanmış 13’ü beraat etmiş ve 10 kişi de 10 yıla kadar uzanan ceza almıştır. Zeki Velidi Togan, Feti Tevetoğlu, Reha Oğuz Türkkan gibi önemli isimlerin ceza aldığı bu dava da genç bir Teğmen olan Alpaslan Türkeş de ceza almıştır. Hapis hayatlarının ilk yıl dönümü olan 3 Mayıs 1945’ten itibaren Türkçülük günü adını verdikleri, acı, ızdırap ve insan hakları ihlalleri ile dolu o gün her yıl kutlanmaya başlamıştır. Bu yıl 75. yılı Kutlanan Türkçülük günü Ülkücülerin benliğinde bir avuç insanın yaktığı ateş olarak devam etmektedir.
60’lı yıllara gelindiğinde hocası olan Atsız ile fikir ayrılığına giren Türkeş yol arkadaşları ile kurduğu Türk-İslam sentezine dayalı partisi ile Türk Siyasi tarihine giriş yapmıştır. Tanrı Dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslümanız düsturu ile Milliyetçi Türkiye’nin temeli olacak harcı atmış ve Ülkü dolu ateşi yakmıştır. Artık Türkçüler Siyasi alanda görünür bir hal almıştır. Ülkenin içinde bulunduğu zor durumlara cansiperane müdahale etme cesurluğu da işte bu dönemlerde başlamıştır.68 Kuşağı adı altında bir grubun Komünizmi, Sovyet ya da Mao kanatları altında ülkeye sokmak istemesi, bir yandan da dini kutsallığı kullanan emperyalist asistanların vatanı peşkeş çekme gayretine 5000 şehidi ile Ülkücü ruh dur demiştir. Vatanın her çıkmazında canı pahasına koşan Ülkücü Hareket 50 yılı aşan siyasi tarihinde olduğu gibi 21 yy’a gireceğimiz bu dönemde yine elini taşın altına koymaktan çekinmemektedir.
Tarihler 1992’yi gösterdiğinde Dr. Devlet Bahçeli bir parti programında yaptığı bir konuşma da Dünya’da oluşan ve oluşturulmakta olan blokların analizini yaptıktan sonra Güçlü Türkiye’nin 1. Merhalesinin ancak Türk coğrafyalarının birlikteliği ile olacağına dikkat çekmektedir. Yine aynı konuşmasında Cumhuriyet’in 100. yılı olan 2023’de bunu hep birlikte haykıralım diye 26 yıl öncesinden bir öngörü ile yol haritası çizmektedir. Rahmetli Başbuğ Alpaslan Türkeş’in ölümünden sonra 18 Mayıs 1997’de yapılan ilk kongrede konuşma yapan Bahçeli, Milliyetçi Hareket Partisinin Osmanlı ve Cumhuriyet arasında, Türk ile İslam arasında bir köprü olduğunu belirterek Milliyetçi Hareket Partisinin tarihi misyonunu anlatmıştır. Ayrıca 21 yy’a girerken değişmekte olan dengeleri işaret eden Bahçeli, partililere de bu dönüşüm süreci için hazırlıklı olmaları gerektiği yönünde uyarılarda bulunmuştur. Söylediği herşey de önce düşündürten Bahçeli akabinde hep haklı çıkmıştır. Özellikle son yıllarda Hükümet nezdinde Milli politikaların önem kazanmasının en büyük başarı payı da kendisinindir. Son dönemler de Bölgesel güç olma yönünde ivme kazanan Türkiye Cumhuriyeti 2023 Lider Ülke Türkiye Vizyonunu Cumhur İttifakı ile yakalayacaktır. İttifak protokolünde bahsedildiği gibi önce bölgesel ve sonra küresel güç olacak ve tarihte ki güçlü dönemlerine dönecektir.
Bir avuç yürekli insanın fikri temellerini attığı 3 Mayıs Türkçülük gününe birde bu açıdan bakmanın doğru olacağı kanaatindeyim. 2023 Vizyonu’nu, 3 Mayıs’ı anlamadan kavramak çok zor görünmekte. Yüksek Kültür ve Ahlak’a sahip olunduktan sonra önümüzde ki yüzyıl içinde bu hedeflerin gerçekleştirileceğini bizden sonraki nesiller görecektir. Fiziki olmasa da kültürel, siyasal ve ekonomik olarak Turan da gerçekleşecektir. Atsız’ında dediği gibi ‘’Turan romantik bir hayal değildir.’’