Baki Hoca’nın Odası Hâlâ Orada...

Uğur Ulusoy'un Köşe Yazısı...

Abone Ol

Zaman bazen insanın içinden bir şeyleri sessizce çekip alıyor.

Farkına bile varmadan yıllar geçiyor, oysa bazı isimler, bazı yüzler insanın zihninde hiç eskimiyor.

Prof. Dr. Baki Komsuoğlu da öyle biriydi benim için.

Kocaeli Üniversitesi’nin sadece kurucu rektörü değil, aynı zamanda bu kentin hafızasında yer etmiş bir öncüydü.

Onunla zaman zaman bir araya gelir, uzun uzun sohbet ederdik. Röportajdan öte, bir dost muhabbetiydi aramızdaki.

Bir gün, makamında bana dönüp “Burada bizimle çalışmanı isterdim” demişti.

O cümle, hayatım boyunca kulağımdan hiç silinmedi.

Çünkü değer verdiğim bir insanın, benim için böyle bir dilekte bulunması paha biçilemez bir onurdu.

Cenaze töreninde tabutuna usulca dokunup “Güle güle hocam…” diyebildim,

gözyaşlarımın sel olup aktığı o günü unutmam mümkün değil.

***

1999’un o kara gününü hatırlayın…

Yeryüzü bir gece ansızın çatladı.

Kocaeli yerle bir olmuştu.

17 Ağustos depremi, Kocaeli Üniversitesi'nin bütün binalarını kullanılamaz hale getirmişti.

Özellikle de Arslanbey Yerleşkesi...

Yerle bir olmuştu...

Yükseköğretim Kurulu, “Eğitime ara verin” dediğinde,

Baki Komsuoğlu’nun cevabı kısa ve net olmuştu:

“Binalar yıkılmış olabilir ama biz üniversitemizi kapatmayız.

Çadır kurarız, baraka yaparız ama öğrencilerimizi yalnız bırakmayız.”

Sözünde durdu.

45 gün içinde konteyner derslikler kuruldu, çadırlar hazırlandı ve 1 Kasım 1999’da Kocaeli Üniversitesi yeniden eğitime başladı.

O gün, sadece bir üniversite değil, bir şehir yeniden doğdu.

Ve kısa bir süre sonra, Üçtepeler’de temeller atıldı.

Bugün “Umuttepe” dediğimiz o modern kampüs, aslında Baki Hoca’nın aklının, yüreğinin ve azminin bir eseridir.

***

BUGÜN O BİNAYA BAKINCA...

Gelelim bugüne.

O yıllarda umutla yeniden kurulan, bu kente ilim ve irfan kazandıran o eski Anıtpark binası şimdi kaderine terk edilmiş durumda.

Binanın cephesi dökülmüş, duvarları çatlamış, içeri giren öğrenciler korkuyla ders yapıyor.

Metro kazıları nedeniyle zeminde titreşimler hissediliyor, çatlaklar büyüyor.

Güzel Sanatlar Fakültesi, Mimarlık ve Tasarım Fakültesi ile Sürekli Eğitim Merkezi’nin yer aldığı bina, artık alarm veriyor.

Fakülte yönetimi “taşıyıcı sistemde bir sorun yok” dese de,

o binaya her gün girip çıkan gençlerin kalbinde bir korku var.

“Acaba bugün bir şey olur mu?” korkusu.

Ben o binanın önünden her gün geçen biriyim.

Her defasında içim burkuluyor.

O binada Baki Hocamın odası da vardı.

O odanın penceresinden bir zamanlar kente umutla bakan bir göz şimdi yok.

Ama o vizyonun, o inancın izi hâlâ orada.

***

Bu şehirde kim yaşıyorsa, o binayı gördüğünde yüreğinde bir sızı duymalı.

Çünkü orası sadece bir fakülte değil, bir dönemin tanığı.

Depremin, direnişin ve yeniden doğuşun sembolü.

Ne yazık ki, bugün binanın hali içler acısı.

Dış cephesi dökülmüş, camları pis, duvarlarında pas izleri, iç koridorlarda nem kokusu…

Bu bina bu kente yakışmıyor.

Kocaeli gibi sanayisiyle, bilimiyle, kültürüyle övünen bir kente hiç yakışmıyor.

Bir söylenti dolaşıyor:

“Yıkılacakmış…”

Yıkılınca ne olacak peki?

AVM mi yapacağız oraya?

Yoksa yine birilerine rant mı doğacak?

Hayır!

Orası bu kentin akademik hafızasıdır, geçmişidir.

Yıkmak değil, onarmak gerekir.

Temizlemek, güçlendirmek, yaşatmak gerekir.

***

Ben bu kentin bir gazetecisi olarak, bir yurttaşı olarak,

ve o binanın önünden her geçtiğinde içi sızlayan biri olarak açıkça söylüyorum:

Baki Hoca’nın odasının bulunduğu o bina, kaderine terk edilemez.

Orası, Umuttepe’ye giden yolun başladığı yerdir.

Orası, deprem sonrası bir milletin yeniden ayağa kalktığı yerdir.

Kocaeli Üniversitesi yönetimine, yerel yöneticilere, mimarlara, mühendis odalarına sesleniyorum:

Bu binayı koruyun.

Güçlendirin.

Ve o binada eğitim gören öğrencilerin korkmadan, güvenle ders yapmasını sağlayın.

Baki Komsuoğlu’nun mirası bir tabeladan ibaret değildir.

O miras, direnciyle ayakta kalmış o binada yaşıyor.

Kentin vicdanı sustuğunda, taşlar da sessiz ağlar.

O yüzden,

Baki Hoca’nın odası hâlâ orada...

Ve o odadan hâlâ bir ses geliyor sanki:

“Bu üniversiteyi, bu kenti asla bırakmayın.”