Martı Gözlükçüye Girdi, Kendine Gözlük Baktı
Martı Gözlükçüye Girdi, Kendine Gözlük Baktı
İçeriği Görüntüle

Bu başarı öyküsünün merkezinde ise 11F DL sınıfı öğrencisi Zehra Köz yer alıyor. Yazıya olan ilgisi ve kelimelerle kurduğu güçlü bağ, onu daha şimdiden gelecek vadeden genç yazarlar arasında gösteriyor.

Zehra Köz’ün yeteneğini fark eden kişi, okulun İngilizce öğretmeni Ebru Aktürk oldu. Öğrencisinin yazılarını dikkatle takip eden Aktürk, Zehra’yı yüreklendirdi ve onu yarışmalara yönlendirdi. Bugün Zehra, kalemini sadece bir ifade aracı olarak değil, aynı zamanda milli değerleri yaşatma ve aktarma aracı olarak kullanıyor.

Milli Ruhla Yazıyor, Gönüllere Dokunuyor
Zehra Köz’ün yazıları, sadece edebi gücüyle değil, aynı zamanda millet, vatan ve bağımsızlık temalarına verdiği anlamla da dikkat çekiyor. "Yurdun İlk Sayfası: İstiklâl Marşı" ve "19 Mayıs: İlk Adım" başlıklı yazılarında milli mücadeleyi ve Türk milletinin bağımsızlık aşkını öylesine içten ve kuvvetli cümlelerle anlatıyor ki, okuyan herkes bu satırlarda kendinden bir parça buluyor.

Zehra'nın kelime seçimleri, eski Türkçe’ye olan ilgisi, arşiv belgesellerine duyduğu merak, onun yazarlık serüveninde ne kadar bilinçli ve tutkuyla ilerlediğini gösteriyor. TRT arşivlerini izleyerek ilham alan Zehra, tarihî bağlamı duygularla birleştirerek eşsiz bir anlatım ortaya koyuyor.

“İstiklâl Marşı Kalbimizdeki Dağdır”
Zehra Köz, "İstiklâl Marşı" yazısında Mehmet Akif Ersoy’un kaleme aldığı bu eşsiz eseri bir dağa benzetiyor. Ona göre bu marş; yalnızca 10 kıtadan oluşan bir şiir değil, milletin ruhunu, şanlı geçmişini ve geleceğe olan inancını yansıtan duygunun ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Zehra’nın yazılarında öne çıkan milli bilinç, onun kaleminin sadece güçlü değil, aynı zamanda yürekten geldiğinin en büyük göstergesi.

“19 Mayıs Umudun Adımıdır”
Zehra’nın “19 Mayıs” üzerine kaleme aldığı yazı ise adeta bir tarih dersi niteliğinde. Bandırma Vapuru'ndan, Mustafa Kemal’in kararlılığına, Türk milletinin umuda sarıldığı o ilk güne dair anlattıkları; hem yaşını aşan bir bilinç hem de derin bir duygusal kavrayış sergiliyor. Ona göre vatan bir kitapsa, ilk sayfası İstiklâl Marşı’dır; umudun tarihi ise 19 Mayıs’tır.

Gençliğe Örnek, Millete Umut
Başiskele Anadolu Lisesi, Zehra gibi genç kalemleri destekleyerek eğitimde sadece sınav başarısını değil, aynı zamanda duygu, bilinç ve ifade gücünü de ön plana çıkarıyor. Ebru Aktürk gibi öğretmenler de öğrencilerin potansiyelini fark edip onlara ışık tutuyor. Bu birliktelik sayesinde bugün Zehra, yarışmalara katılmaya hazırlanırken, yarın Türkiye'nin saygın kalemlerinden biri olmaya aday gösteriliyor.

İşte Zehra'nın o yazıları;

YURDUN İLK SAYFASI: İSTİKLÂL MARŞI
Vatanı aydınlatmak, bayrağı dalgalandırmak, hacet olursa en kıraç toprağımızın son kalan parçasını dahi elimizde tutup bırakmamak ve hiçbir kısıtlayıcı harekete candan vazgeçilmesi pahasına teslim olmamak kararlarının verilmesi Türk’ün, yani bizim başlangıcımız ve benliğimizde temellenir. Yoğun buhranlara sarıldığımız, alevli badireler atlattığımız pek çok dönemi halkımız ve yavuzluk timsali askerlerimizin yıkılmaz, sertleşmiş metanetiyle geride bırakarak muzaffer olduğumuz şüphesiz zira iman kuvveti, milletin birbirine sadakati ve duyulan sevgi ve aidiyet böyle dönemlerde alevlenir. Bu aleve her daim ihtiyacımız olmakla birlikte ona odun atanları da halk kahramanı olarak addediyoruz. Atılan odunları hiçbir zaman küle dönüştürmeyen, bilakis, onları taze tutan ve giderek büyüyen bir ateştir ki bu da umudumuzdur. İşte bu umudu diri tutan, halkın gönlünde yanan yurt aşkına körükle, korkuya ise suyla koşan istiklâl şairi Mehmet Akif’in İstiklâl Marşı’na korkmamamızı söyleyerek başlaması da bana göre pek tabiidir.
Bugün vatan müdafaası için ellerinde silahlar, bıçaklar, akın akın cephelere sökün etmekte olan bir topluluk beklemiyoruz lâkin bunu manevi olarak gerçekleştirebilmektir niyetimiz; Mehmet Akif’in yapmaya çalıştığı gibi. Bunu maddi olarak yaptığımız vakitlerde yüreklerimiz ne kadar yanmıştı, ne kor düşmüştü, duran diğer kalplerimizin acısıyla duracaktı kalplerimiz. Hüzün bir parçasıydı Türk’ün. Hüzün dizlerimize, dirseklerimize kabuk bağlamayacağını bildiğimiz yaralar bırakıyordu. Tam da bu yüzden bir yara bandına ihtiyacımız vardı, kanımızın aktığı yere sertçe bastıracak birileri lâzımdı bize. Hüznü söküp atmalı, minnet ve metanetle yenilemeliydi. Millete çok yakın birinden millete bir mektup gönderilmeliydi; cesaret verilmeliydi. Hatta biri bağırmalıydı sanki millete; sen ezelden bu yana hürsün, kimmiş sana zincir vuracak? Kim senin gururunu ayakları altına alacak? Bir utkuyu bekleyen, o utku için varını yoğunu, hiçbir şeyi kalmadığında ise “canım var” diyerek canının mevcudiyetini hürriyetinden alt tabakada tutabilen zira hürriyetin tadını iliklerine kadar bilen bir millet olmamız ondan vazgeçmeme tutkumuzu yalnızca artırır ki bu artış devam ettikçe Allah’tan başka kime ihtiyaç duyar bu milletin halk görünümlü neferleri? Bir topluluk düşünülmelidir “Türk” adı geçtiğinde ki bu topluluk yalnızca neferlerden meydana gelmiş olsun. Şimdi bu neferlerin birbirlerinden ve Allah’tan başka kime ihtiyaçları vardır? Tüm bu soruların cevabını içinde barındıran İstiklâl Marşı on kıta, biraz tasvir, az da öykülemeden oluşmuş saf bir şiir değil, tamamıyla duygudan oluşan, rengârenk çiçeklerin dikildiği, kalın gövdeli ağaçların yanında şimdi yeşermekte olan fidanların büyüdüğü bir dağdır. Kim bilir o dağın altında kimlerin yattığını; işte biz biliyoruz!
12 Mart 1921 tarihi aslında hürriyetine bağımlı bir halkın, hürriyetini temsil etmekle görevli meclisinin “İşte biz buna ihtiyaç duyuyorduk ki biliriz; bizden sonrakiler de illaki ihtiyaç duyacaklar.” deme biçimidir benim bakışımla. Nice istiklâl şiirlerimiz oldu zira buna ihtirasla ihtiyaç duyduk. Mamafih sadece bir tane İstiklâl Marşı’mız oldu. Yıllar yıllar sonra okunduğunda aynı tesirle gönlümüzü sarsacak tek bir şiirimiz mevcut ki tahayyül edebilecek yarınki bizler; yurdun dört köşesi zapt edilmiş, evler yıkılıyor teker teker, ocaklar sönüyor, ne acı geliyor dinlemek anaların canhıraş feryatlarını... Lâkin bir ordu yaklaşıyor ileriden, komutanın elinde silah görmeyi bekliyorsunuz, yok. Yalnızca bir kağıt parçasını sımsıkı tutuyor elinde, arkasındaki neferlerin avuçları toprak dolu. Komutan kağıt parçasını kaldırıp gururlu bir ifadeyle okumaya başlıyor: “Korkma…” Ben anlıyorum ki istiklâl bizim en büyük silahımızsa İstiklâl Marşı, en tesirli mermimizdir. Yurdumuz Türk’ün şanlı mevcudiyetine adanmış bir kitapsa ilk sayfası İstiklâl Marşı’dır.

19 MAYIS: İLK ADIM
Muvaffakiyete giden yol, zorlu bir süreç anlamına gelir. Taşları çok, çakalları boldur bu yolun lâkin biz o yollarda yürürken zembillerimiz ihtiyatlı zihinlerle, ihtiraslı yüreklerle doluydu. Bizim yolumuzda çiçekler yoktu, ağaçlar kurumuştu susuzluktan. Çiçeklerimizi biz ektik, ağaçlarımızı da yine biz suladık. Yorulduk belki biraz, terledik yokuşlarda fakat yolumuzu evladımız bildik. O yolun toprağını başka terlerin ıslatmasına izin vermedik. İşte 19 Mayıs, bizim o yola attığımız ilk adımdır. Bundan mütevellit Nutuk, Atatürk’ün 19 Mayıs’ı anlatmasıyla başlar, Gençliğe Hitabe ile biter. 19 Mayıs bir devrin başlangıcıdır; Bandırma Vapuru’nun İstanbul’dan Samsun’a taşıdığı umudun hikâyesidir.
Umudun vapuru Bandırma’nın yükü manen epey ağırdı. Mustafa Kemal Paşa, annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule’yi arkasında bırakarak silah arkadaşları ve İsmail Hakkı Kaptan ile Samsun yoluna koyuldu. 41 yaşındaydı Bandırma. Marmara’ya alışıktı fakat Karadeniz’in deli dalgasını keşfetmemişti henüz. Bandırma Vapuru, 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan Samsun’a gitmek için yola koyulduğunda, Mustafa Kemal’in aklında kurtuluş harekâtını başlatmak vardı. İngilizler ise Samsun için yola çıkan vapuru batırmanın peşindeydiler fakat vapurun değil, planlarının suyun dibini boylayacağından bihaberdiler. Zira Bandırma Vapuru; İngilizlerin beklediği rotadan değil, kendi rotasından ilerledi. Vapur, 3 gün 3 gece süren yolculuğunda yalnız Mustafa Kemal ve maiyetindekileri değil, Türk milletinin bütün umudunu, kederini ve istikbalini de taşıdı. Bandırma Vapuru 19 Mayıs 1919 Pazartesi sabahı sağ salim Samsun’a ulaştı. Kurtuluş yoluna atılan ilk adımla birlikte Samsun’da en parlak hâliyle doğan güneşin ziyası, ülkenin dört bir yanına yayılarak işgal altındaki topraklarımızı da aydınlattı. Bu aydınlık Türk halkı için kurtuluş manasına gelir. İşgal kuvvetleri için durum elbette pek vahimdi zira Türklerin uyumadıklarını öğrenmelerine az vakit kalmıştı.
19 Mayıs, ülkenin dört bir yanını tehdit eden muhtelif emperyalist güçler için okunan erken bir sela oldu. Bu yolda bir şeyler kaybedileceği belliydi lâkin nihayetinde selası okunan cenazeler kaldırılacak, toprak düşmanın naaşından temizlenecekti. Zira Atatürk’ün dediği gibi; Türk halkı aşağılık bir ölüme mahkûm olmaktansa vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ederdi. Karınlar doymazdı bazen, bir tas çorba bulunamazdı da bir parça kuru ekmek ile iktifa etmek mecburiyetine düşerdi ecdadımız. Etrafta muhtelif hastalıklar dolaşıp dururdu. Vücutlar yetmezmiş gibi gönüller de hastalanırdı. Analar şehit düşmüş oğullarından mektup beklerken vatana bir çiçek ektiklerinden habersizlerdi. Bütün bu zorluklara rağmen umut ölmemeliydi, bilakis, bataklığa düşmüş vatan için umut daha çok yaşamalıydı. Türk milleti, Başöğretmen Atatürk’ten umutsuz durumların değil, umutsuz insanların var olduğunu öğrendi. İlk adım, yani 19 Mayıs da bizim için tam anlamıyla umudun simgesidir. Öyle ki, Atatürk’ün bu günü doğum günü olarak kabul etmesi bize olayın ehemmiyetini net bir şekilde aktarır. Vatanını seven, gücünü vatanının yükselişinden alır.
Bu yıl 19 Mayıs’ın 106. yıl dönümünü kutlayacak olmanın heyecanını yaşıyoruz. En büyük temennimiz, Atatürk’ün bize bıraktığı bu bayramın içimizde ihtiraslı bir sorumluluk bilinci uyandırmasıdır. Türk gençliği ancak bu bilince sahip olarak “ilk adım”ın devamını getirebilir. Adımlarımız, Samsun’a atılan ilk adım kadar sağlam ve kendinden emin olacaktır. Türk’ün sözü ile başlayan bu adımları beşerî hiçbir güç yıkamayacaktır zira bu adımlar umuttandır. Vatan umuttandır. Vatan 19 Mayıs’tandır.

Muhabir: Fatıma Nur Uçar