Her gün gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medyada görüyoruz: Kadın cinayetleri. Şiddetin her geçen gün artarak sürdüğü bir ortamda yaşıyoruz. Kadınlar evlerinde, sokaklarda, iş yerlerinde katlediliyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 2024 Eylül verilerine bakarsak, sadece bir ayda 34 kadın erkek şiddetiyle hayatını kaybetmiş. Üstelik 20 kadının ölüm sebebi hâlâ şüpheli. Faillerin çoğu ise ya sicili bozuk insanlar ya da "yaptırımlar yetersiz" denilerek serbest bırakılanlar.
Bu vahim tablo aslında sadece bugün ortaya çıkmış değil. Yıllardır birikmiş toplumsal ve hukuksal boşlukların eseri. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemizin etkilerini en çok kadınlar yaşıyor. Kadın hakları savunucuları, hukukçular uyarıyor: İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak, kadınları savunmasız bırakıyor. Ama bu uyarılar ne kadar dikkate alınıyor, orası meçhul. 6284 sayılı kanun var mesela; şiddetin önlenmesi için düzenlenmiş. Fakat bu kanun uygulanmayınca neye yarıyor? Kadınlar, koruma kararı olsa bile şiddetin pençesinden kaçamıyor.
Ev, güvenli olması gereken bir yer, değil mi? Ama 2024 Eylül raporuna göre kadınların %65’i evlerinde öldürülmüş. Katillerin en sık kullandığı yöntem ise ateşli silahlar. Kadınların %53’ü bu şekilde hayatını kaybetmiş. Devletin buradan anlaması gereken şu: Ev içi şiddet ve bireysel silahlanma ciddi bir problem. Bu konuda ciddi adımlar atılması lazım.
Ama mesele sadece fiziksel şiddet değil. Cinsel istismar ve taciz de ne yazık ki sık karşılaşılan diğer problemler. İstismar failleri çoğu zaman cezasız kalıyor ya da ceza alıp serbest bırakılıyor. Bu da tekrar aynı suçları işlemelerine zemin hazırlıyor. Bu tablo karşısında kadınlar ne kadar güvende hissedebilir ki?
Devletin şiddeti önleme politikaları yetersiz, bunu açıkça görüyoruz. Kadına yönelik negatif tavırlar, siyasetin bazı kesimlerinde de göze çarpıyor. Aileyi koruma bahanesiyle kadınların hayatını ikinci plana atan politikalar, şiddetin önüne geçilememe sebeplerinden biri. Kadınların yaşam haklarını savunacak, onların sesini duyuracak ve en önemlisi, onları gerçekten koruyacak bir sistem kurulmadıkça, bu sorunlar bitmeyecek.
Kadınlar, "Beni Deşifre Etme!" diyor. Çünkü sadece şiddetle değil, devletin yetersizliğiyle de mücadele etmek zorundalar. Şikayette bulunan kadınların kişisel bilgileri, şiddet uygulayan erkeğin eline geçiyor. Düşünsene, bir kadın canını kurtarmak için şikayet ediyor ama devletin sağladığı koruma, adamın kapısına kadını götürüyor. Kadınların güvende olması gerekirken, tehlikenin tam ortasına bırakılıyorlar.
Bu durum, kadınlar için ciddi bir tehdit. Şikayet ettiğinde bile, şiddet uygulayan kişi adresini, telefon numaranı öğreniyor. Yani aslında devlet koruması, tam anlamıyla kadını tehlikenin ortasına bırakmak oluyor. Kadınlar bu yüzden “Beni deşifre etme!” diyor.
Bu noktada adli mercilerin ve devletin sorumluluğu büyük. Kadınlar şikayet ettiklerinde, kimliklerinin gizli kalması şart. Devletin sunduğu koruma mekanizmalarının güvenli, etkili ve uygulanabilir olması lazım. Yoksa her gün yeni bir kadın cinayeti haberi görmeye devam edeceğiz. Kadınlar hayatta kalmak için mücadele ederken, devlet onların yanında durmalı, onları daha fazla tehlikeye atacak yanlışlardan kaçınmalı.
Kadınların deşifre edilmeden, güvende yaşayabileceği bir düzen kurmak, devletin asli görevi. Aksi halde yaşanan her trajedi, devletin sorumluluğunda olacak.
Sağlıklı ve huzurlu günler dileği ile...