Jeopolitik, en basit tanımı ile bir ülkenin politik ve askeri yapısını, bulunduğu coğrafyaya ve fiziki koşullara göre belirlemesidir. Dış politika ve askeri mekanizmanın şekillenmesi direk olarak Jeopolitik ile ilintilidir. Türkiye bulunduğu Jeopolitik konumu haiz bir ülkedir. Her devlet gibi oluşturduğu dış politikasını ve askeri mekanizmasını bu temel üstüne oturtmak zorundadır. Asya ve Avrupa arasında köprü görevi gören Türkiye’nin dış politikası, batı yanlısı da olsa, halihazırda bulunan diğer bloktan da kazanım elde etmeye çalışır ya da diplomatik hamlelerinde pazarlık aracı olarak kullanır. Bir taraftan batı bloğuna entegre olmaya çalışırken bir yandan da Ortadoğudaki gelişmelere kayıtsız kalamayan Türkiye’nin güvenlik endişesi, başka coğrafyalar da bulunan birçok devlete göre had safhadadır. Mesela Avrupa’da sınır komşuları ile hiçbir sınır sorunu olmayan ve zengin komşulara sahip Linçeştayn ile Türkiye’nin güvenlik politikalarını bir tutamayız. İbn Haldun, Jeopolitiği tanımlamaya katkı sağlayacak ‘’coğrafya kaderdir’’ sözünü söylemiştir. Anlaşılacağı gibi ülkeler geleceğini şekillendirmek için bulunduğu coğrafya’nın şartlarına göre politik yapılarını oluşturur ve ayakta kalma mücadelelerini bu çerçevede verir. Bulunduğu avantajlı ve bir o kadar da dezavantajlı konum itibari ile Türk Askeri yapısı kara kuvvetleri yönünden dünya da ilk onda, bölge içinde de ilk sırada yer alır. Ki bu yüzden NATO’nun bölgedeki en büyük gücü ve örgüt içindeki en önemli üyesidir. Bunları anlatmamın sebebi gündemde yerini koruyan Afrin operasyonu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ‘’NATO neden müttefiki için bir şey yapmıyor’’ söylemi.
Neredeyse yedi yıldır Suriye’de çözülememiş bir savaş ve istikrarsız bir ortam devam etmektedir. Dünya devlerinin santranç tahtası gibi birbiri ile çıkar savaşı verdiği Suriye kan gölüne döndü ve yukarıda bahsettiğim sebeplerden yani jeopolitik konum itibari ile ülkemizi etkilemekte ve kan gölünün içine çekmektedir. Afrin ve Kobani, Kürt terör örgütü PYD tarafından birkaç yıldır idare edilmektedir. Türk Ordusunun 2016 Ağustosunda başlattığı Fırat kalkanı harekatı neticesinde El-Bab’a girildi, bölge teröristlerden temizlenip, PYD’nin elinde bulunan iki kanton arasında kurulabilecek bağın önü kesilmiş oldu. Konuyu açmak gerekirse söylenmesi gereken şudur; Musul ve Kerkük petrollerinin dünyaya açılabilmesi için Türkiye ya da Suriye üzerinden Akdenize çıkması gerekmektedir. Bunun içinde Kobani, Afrin, El-Bab ve Azez gibi kentler hayati önem taşımaktadır. El-Bab operasyonu ile vurulan ilk darbenin devamı olması yönünden Afrin’e yapılabilecek harekat önem taşımaktadır. Son günlerde harekat konusunda Türkiye ciddi tavır takınıp zorlayıcı diplomasi kanallarını kullanmaya başlamıştır. Harekat yapılacak mı diye tartışılırken 18 Ocak tarihinde ABD’den gelen ‘’Kuzey Ordusu’’ açıklamamız yanlış anlaşılmıştır söylemi ortamı yumuşatır mı önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ayrıca Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Rusya ile hava sahasının açılması yönünde görüşüyoruz açıklaması ve askeri uzmanların, Afrin harekatının başarılı olması için hava desteğinin şart olduğunu söylemesi az çok sonuç hakkında bilgi vermektedir. Bu hamle zorlayıcı diplomatik bir hareket olarak mı kalır yoksa askeri bir harekat mı olur yakında göreceğiz.
İkinci konumuza dönecek olursak, NATO soğuk savaş döneminde Sovyet tehtidine karşı kurulmuş bir askeri organizasyondur fakat Sovyetlerin dağılmasından sonra ortada böyle bir tehdit kalmayınca, örgüt kendini fesih etmek yerine görev tanımlamasını değişmiştir. Ortaya ‘’Alandışılık’’ diye bir kavram çıkmıştır. BM Antlaşması’nın 51. maddesine göre meşru savunma hakkına göre ‘’taraflar, içlerinden birine veya birkaçına karşı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da vaki olacak bir silahlı tecavüzü’’ tüm taraflara yönelmiş bir saldırı olarak değerlendirecektir ve bu antlaşmaya göre bireysel ya da toplu savunma yapacaktır’’. Tanım böyle olsa da Alandışılık kavramının ortaya çıkmasına neden olan 1958’de, Amerika’nın, Lübnan’a yönelik müdahalesinde İncirlik üssünü kullanması, örgütün ABD güdümünde olduğunu göstermektedir. Ayrıca Kuveyt’in, 1990’da Irak tarafından işgal edilmesi neticesinde ortaya çıkan Körfez krizinden sonra görev tanımlamasına hukuksal zemin oluşturmak için ‘’çok temel kaynakların akışının engellenmesi gibi’’ yaşamsal çıkar söz konusu olduğunda görev alanı dışında müdahale edebilmesi için askeri güç gönderebileceği ilkesini benimsedi. Ki burada bahsedilen yaşamsal çıkar petroldür. NATO 1999’da oluşturduğu Yeni Stratejik Konseptine göre dinsel, etnik çatışmalar ve terörist faaliyetlere de müdahale edeceğini benimsemiştir. Eldeki veriler ortadayken ve yedi yılı aşkındır etnik,dinsel çatışmalar ve terörist faaliyetlerin olduğu Suriye’ye karşı herhangi bir faaliyetinin olmaması örgütün amaçlarının dışında olduğunu göstermektedir. Tabi Rusya faktörünün de hem Güvenlik Konseyi üyesi hem de bölge de olması engelleyici bir durum gibi görünse de, örgütün yine 1999’da Kosova’ya, Rusya’ya rağmen yaptığı müdahale, çıkar söz konusu olunca olayın pekte öyle olmadığını gözler önüne sermektedir. Diyeceğim o dur ki, Türkiye büyük bir oyunun göbeğinde ve bulunduğu konum itibari ile başının çaresine tek bakmak zorunda olan bir ülke. Yani ‘’Coğrafya kaderdir’’.