Bir yıldır yaşadığımız küresel salgın, oldukça sıra dışı uygulamaları beraberinde getirdi. Bunlardan biri de uzaktan eğitim; ya da diğer adıyla canlı ders.
İnternet üzerinden yapılan ve eş zamanlı karşılıklı ses ve görüntü aktarımı sağlaması özelliği ile uzaktan eğitimin, yüz yüze eğitimin tahtını sarsacağı, öğretmenlik mesleğinin de tarihe karışan meslekler arasında yerini alacağı şeklindeki tartışmalar aslında yeni değil. En azından klasik sınıf düzeni ve ders anlatış şekillerinin yok olmaya mahkum olduğu fikri belki de yarım asırdır tartışılmaktadır.
“ Her yerde, herkes için ücretsiz eğitim- Dünya Okulu” fikriyle ortaya çıkan ve bu fikrini kitaplaştırıp, başarılı bir youtube kanalıyla da pekiştiren Salman Khan’ın çalışmalarından itibaren daha ciddi tartışılır oldu uzaktan ders konusu. Bahsi geçen proje ve internet sitesinin en büyük bağışçılarından birinin Bill Gates olduğunu belirtip komplo teoricilerine de tadından yenmez bir malzeme sunduktan sonra asıl konumuza dönelim.
Tam ucundan köşesinden, deneyelim mi denemeyelim mi, olur mu olmaz mı diye düşünürken; 2019 yılının Mart ayı itibariyle dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi bizler de bir anda kendimizi bu bilim kurgu rüyasının (kabus mu demeliydim?) içinde bulduk.
Kameralarımızı kurup, mikrofonları ayarlayıp ekranların karşısına geçince yaşadığımız heyecan ve kaygının boyutunu tarif etmek gerçekten imkansızdı. Kaygılıydık çünkü sınıf ortamı kadar etkili olabileceğine inanmıyorduk. Zamanla bunun “sihirli” bir şey olduğunu, öğrenen-öğreten ilişkisinde ortak mekanda bulunma zorunluluğunun kalkmasının “harika” olduğunu gördük. Karikatürlere konu olan üstte takım elbise, altta ekoseli pijama ve pofuduk terlik, yanında buharı tüten kahve ile ders anlatmak… Rüyaydı gerçek oldu.
Anın büyüsüne kapılıp sürece katılma imkanı olmayan dezavantajlı çocukların orda olmadıklarını bir süre fark etmedik. Önceki yazım bu fark edemediğimiz ve tüm paydaşlar olarak yok saymaya devam ettiğimiz kayıp çocuklar hakkındaydı.
Kabul edelim sadece derslere katılmak için bile aşılması gereken çok fazla engel var. Bu engelleri aşamayan ve istese de sürece dahil olamayan çocuklarımız olduğu gerçeğini asla göz ardı edemeyiz. Salman Khan hocamızın sloganındaki “herkes için” ve “ücretsiz” ifadeleri biraz havada kalıyor sanki. Hatta internetin “her yerde” çekmesi meselesi… Neyse bu tartışmalara girmeyeceğim.
Varsayalım ki anne babalar, çocuklarının bütün temel ihtiyaçlarını karşılayabildi ve onları “sınıf ciddiyetinde” cihazlarının karşısına oturttular. İş burada bitiyor mu? Yoksa tehlike yeni mi başlıyor?
Belki de çocuğunuz, ya da dersinizdeki öğrenciniz bir hayalet öğrencidir. Hayalet öğrenci mi? Bu da nereden çıktı şimdi?
Kendi derslerimden yaptığım gözlemler, öğretmen arkadaşlarım, öğrenci -bazıları inanılmaz dürüst ve cesur oluyor- ve velilerle yaptığım çeşitli görüşmelere göre, öğrencilerin önemli bir kısmı, görünürde sabah erken kalkmış, kahvaltılarını yapmış, saçlarını tarayıp güzelce giyinmiş, defter ve kitaplarıyla cihazının karşısına oturmuş hatta kameralarını da açmış olsalar bile aslında orda olmuyorlar.
Ne kadar güzel sessiz sessiz (bu sessizlik konusunu sonra tartışalım) öğretmenini dinliyor zannettiğiniz çocuğunuzun aslında en sevdiği oyunu oynuyor olmadığından ne kadar eminsiniz? Ya da sevdiği bir diziyi takip etmediğinden? Ya da hadi biraz iyi niyetli olalım ilgisini çeken ama o andaki dersiyle ilgisi olmayan bambaşka bir şeyi derinlemesine öğrenmediğinden?
Dijital mülteciler grubundan biri olarak benim yaşıtım ve yukarısının meseleye vakıf olması biraz zaman alabilir. Öyle de oldu.
İnternet üzerinden görüntülü konuşma imkanı veren iletişim araçlarının ses ve görüntüleri kapatılabiliyor. Kapatılmasa bile aynı anda başka programlar, sayfalar açılabiliyor. Bu hepimizin bildiği bir şey. O kadar da teknoloji cahili değiliz.
Öğretmen heyecanla dijital dünyanın power point gibi inanılmaz karmaşık ve ilgi odağı araçlarını kullanarak, hayranlık uyandırıcı aydınlanmalara yol açtığını zannederken; eş zamanlı olarak çocuklar müthiş heyecanlar içerisinde levellardan levellara* koşup, takımlar kurup dünyanın bambaşka ülkelerinde kendisiyle birlikte ders dinleyen(?) başka yaşıtları ya da yaşıtı olmayan bireyler ile son derece eğlenceli, dopamin** bombardımanlı dakikalar geçirebiliyorlar.
Üzülerek söylüyorum ki dijital yerli evlatlarımız bu özellikleri daha iki ya da üçüncü derste çoktan çözmüş ve kullanmaya başlamışlardı bile. Bunları fark etmeleri için de dahi olmaları gerekmiyor.
Uzaktan derslerin başlamasıyla birlikte çocuklar arasında, özellikle online oynanabilen ve oyun içi sohbet ve arkadaşlık imkanı veren oyunların oynanma oranında tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de adeta patlama yaşandı.
Bu çocukların büyük bir kısmı derslerine büyük oranda devam ettiler. Tek bir farkla, öğretmen onlara bir soru sorduğunda dersin sesi onlarda kapalı olduğu için arkadaşları özel mesajla uyardılar. Onlar da arkadaşları aracılığıyla kendisinin mikrofonunun ve kamerasının bozuk olduğunun söylenmesini istedi.
Eğitim masalımızda da böylece herkes mutlu mesut yaşadı. Öğretmen katılımı yüksek dersler yaptı, öğrenci bütün derslerine katıldı, okul ise eba istatistikleri ile rekor üstüne rekorlar kırarak gözde okullar arasındaki yerini korumaya devam etti. İstatistikler açısından bakıldığında zaten ülke olarak dünyada ilk beşteyiz.
Ne mutlu bize.
Biliyorum çözümü soracaksınız. Ben de bilmiyorum. Ancak şu kadarını söyleyeyim, 18. Yüzyıldan kalma yöntemlerle 21. Yüzyılın yerlilerini “adam” edemeyeceğimiz konusunu olabildiğince çabuk kavramalıyız. Bu kavrayış, çözüme giden yolda ilk ve en önemli adım olacaktır.
Sonra yapılan faaliyetlerin adını değiştirmekle devam edelim. Eğitim değil, öğretme değil, öğrenme…
Öğrenme öğrenen kişinin gönüllü, istekli ve aktif olarak yürüttüğü bir süreçtir. Diğer her şey öğrenene yardımcı, destekleyici, belki en fazla yol göstericidir.
Bu bir şaka değil, Milli Eğitim Bakanlığı ismi acilen Milli Öğrenme Bakanlığı olarak değiştirilmelidir. İsim değişikliği yetmez paradigma değişiminden bahsediyorum. Bakış açımızı da bu isimle birlikte değiştirdikten sonra, sistemin bütün unsurlarını acilen teker teker gözden geçirip güncellemeliyiz.
Çocukların birer öğrenene dönüştürülmesi için yeni, yeni olması yetmez geleceğe dönük, yöntemler ve araçlar geliştirmek zorundayız.
Yarın çok geç olabilir demeyeceğim.
Çünkü çok hızlı geliyor artık gelmekte olan. Ve uyanmamakta ısrar edersek gelecek bizi delip geçecek.
*Level: Dijital oyunlarda başarı düzeyinizi ölçen seviye.
**Dopamin: Beyinde salgılanan haz kimyasalı.