"Kim dünya hayatını ve ziynetini isterse, işlerinin karşılığı olarak istediğini tam veririz. Ve orada onlar zarara uğratılmazlar. İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir. (dünyada) yaptıkları da boşa gitmiştir. Yapmakta oldukları şeyler zaten batıldır." (Hûd 15-16)
"Toplumun en büyük korkusu nedir" diye sorsalar cevabınız eminim ki "aç kalma korkusu" olur.
Aslında Allah'a tüm eylemlerimizle güvensek, dayansak; hiç bir kulunun emeğini zayi etmeyeceğini, rızıksız bırakmayacağını anlayabileceğiz...
Anlarsak; bizi ne patronlar açlıkla korkutabilir, ne siyasiler, ne devlet yöneticileri, ne de zengin tayfa...
Biz Allah'a güvendikten sonra kimse bizi açlıkla tehdit edemez!
Toplumu açlıkla tehdit etmek, müşrik davranışıdır. Buyrun adını siz koyun?
.
Boykot yılları...
İşkence, baskı, alay ve menfi tekliflerle Rasûlallah s.a.v'i davasından döndüremeyen müşrikler; O'nu (s.a.v) koruyan Haşimoğulları ve mü'minlere kalleşçe bir yaptırım uyguladı. İnsanları 3 yıl boyunca bir mahalleye kapatıp, maddi ve manevi tüm giriş çıkışları yasakladılar.
O mahalle, açlıkla karşı karşıya kalan bebeklerin ağlama feryadıyla yankılandı. Yeri geldi ağaç kabuğu, yeri geldi deri yediler...
Allah'ın yardımına o kadar muhtaçlardı ki... Sefalet ve yoksulluğun dibini yaşadı onlar... Ama yine de imanlarından, davalarından vazgeçmediler. Allah'a inandılar, güvendiler; biliyorlardı ki Allah yardımı pek yakındı...
Bu bana günümüzü anımsatıyor. Daha birkaç ay önce karantina yaşamaya mecbur kalan halkımız, 2 gün aç kalma korkusu ile marketlerde izdihama neden olmuştu... Trajikomik!
.
Hûd Sûresi işte bu dönemde nazil oldu. Rabb'imiz bu sürede, toplumu açlıkla tehdit eden müşriklere karşı; mü'minlerin sabırlı olmalarını, zor şartlara direnmelerini, oyuna gelmemelerini, alaycı tavırlara boyun eğmemeleri gerektiğini bildiriyordu.
Çünkü mü'min olmak kolay iş değildi.
Eğer mü'min olmak ve edebi saadete ulaşmak kolay olsaydı en küçük zorlukta Allah'ın yardımı gelip her türlü zorluğu yok etseydi ve herkes mü'min olurdu, herkes ebedi saadetin mensubu olurdu.
.
Ayet-i Kerime'lere gelecek olursak...
Biz bugün içinde yaşadığımız yıllarda, bazı milletler ve fertler görüyoruz. Hep dünya için çalışıyor ve çabalıyor. Ve karşılığını da dünyada alıyorlar. Süslü püslü, allı pullu şişkin hayatlar... Bunların neden böyle olduğunu sorup araştırmanın gereği yok. Tuhaf gelmesi de boşuna...
Çünkü bu, Allah'ın kanunu!
Bu ayetler bize; geçici heveslerin peşinde olmanın boş ve anlamsız olduğunu anlatıyor.
"Büyük düşünmek lazım. Büyük hedefler koymak lazım. Hedefimize ulaştık. Siyasal, ekonomik planları gerçekleştirdik." derler ya hani...
Adam istemiş, kafasına malı mülkü takmış, hedefine bunu koymuş... Allah da vermiş...
Dünyasını putlaştıran, hedefine dünyalık işleri öncü eden ve sadece dünyası için isteyen kullara ikaz niteliğinde...
Ama Allah'ın razı olacağı ölçüler nezdinde çalışan kullar, dünyasını da kazanıyor ahiretini de...
Önceliğimiz, Allah rızası olmalı...
Gerisi fasa fiso!