1800’lü yılların başında başlayan Türk-Amerikan ilişkilerinde 1950 Kore Savaşı sırasında ittifakın altyapısı oluşmuş, 1952 yılında NATO’ya girişimiz ile resmiyet kazanmıştır. Bu ittifaka resmi olarak girmemiz sonrasında ABD’nin Türkiye’yi kontrolü ve etkileri hızlanarak hayatımızın bir parçası haline gelmiştir. 1960 Darbesi ABD’nin Türk siyasi hayatına ilk resmi müdahalesi olarak kayıtlara girmiştir. Sonrasında gerçekleşen tüm darbe ve muhtıraların arkasında ABD parmak izine rastlamak mümkündür. Ülke içinde ve dışında gerçekleşen tüm terör olayları ve örgütlerine ABD desteği artık sır değildir. Çekiç güç üzerinden PKK desteği ve Eşref Bitlis suikastının faili de ABD’dir. Geçmiş ile bugün arasındaki en önemli fark ise, geçmişte dikkatli gözlerin fark edebildiği ABD izleri bugün gizlemeye gerek duymadan aleni desteğe dönüşmüştür.
15 Temmuz’da gerçekleşen darbe girişimi ile ABD-Türkiye ilişkileri yeni bir boyuta geçmiştir. Suriye’nin kuzeyinde oluşturmayı planladığı suni devlet öncesi yapılan bu operasyonun amacı son derece açıktır. Türk halkının gözünde ordunun itibarını zedelemek ve orduyu zayıf düşürerek operasyon yeteneğini ortadan kaldırmayı amaçlayan bu operasyon sonrası yaşananlar planlananın tam tersine sonuç vermiştir. Darbeden kısa süre sonra yapılan Fırat Kalkanı ve Afrin Operasyonları, PKK’nın şehir yapılanmasını dağıtan güneydoğu operasyonları ile rüzgar terse dönmüştür. Fırat’ın doğusunda oluşturduğu PKK-PYD terör gruplarına verilen açık destek ilişkilerin artık onarılması zor bir boyutta olduğunun göstergesidir.
Özetle mesele dün Papaz Brunson olmadığı gibi bugün de S-400 meselesi değildir. Sorun dün Menderes olmadığı gibi bugün de Erdoğan değildir. Hatta sorun sadece Türkiye’de değildir. ABD için sorun kontrolünü kaybetmeye başladığı ve kaybetmesi halinde büyük bir gürültü ile yıkılacağı oyununun kontrolünü yeniden sağlama çabasıdır. Fitch derecelendirme kuruluşu en son açıklamasında doların rezerv para olma durumunun sona erme ihtimalinden söz etmektedir. Böyle bir durumun en ufak ihtimali için ABD hem kendini hem de dünyayı yakabilir. Bu panik ile Fransa’dan Çine, İran’dan Türkiye’ye kadar herkesi tehdit etmektedir. Fransa’nın Avrupa ordusu çıkışının bu dönemde olması bir tesadüf olabilir mi? Peki bu açıklama sonrasında yaşanan ve hala devam ederek Fransa turizmini neredeyse bitiren sarı yelekliler nereden çıkmıştır. Şu gerçeği artık tüm dünyanın kabul etmesi gerekmektedir. ABD artık tüm insanlık için bir küresel tehdit haline gelmiştir.
S-400 meselesine bu pencereden baktığımızda bedeli ne olursa olsun alınmalıdır. Sadece savunma amacı ile kullanılan bu sisteme ABD’nin bu kadar yüksek perdeden itirazı bize şu soruyu sorduruyor. Diplomatik dilden dolayı yüksek sesle devlet yetkililerinin dile getiremediği soru şudur:
Sayın ABD Yetkilileri bize kısa bir süre içinde saldırmayı mı planlıyorsunuz da sadece savunma amacı taşıyan bu sistemi almamıza bu kadar karşı çıkıyorsunuz?
ABD, son tatbikatlarından birinde tüm tatbikatlarda yapılan ama bu sefer ismi hariç çok net tanımlanan bir düşman portresi çiziyor. Hedef ülke, üç tarafı denizlerle çevirili boğaz geçişleri olan bir düşman ülkenin işgali. Bu tasvir edilen ülke acaba neresidir. Siyasi gerekçelerle bu meseleyi bir şahsa indirgeyen insanların anlaması gereken, 1990’larda konuşulduğunda komplo teorisi denilen olayların artık kapıya geldiği gerçeğidir.
Siyasetten bağımsız olarak ele aldığımızda Türk devlet geleneğinin planlan bu operasyonlara karşı uzun yıllar süren bir hazırlık yaptığı görülmektedir. Böyle bir durum ile karşılaşacağınızı planlıyorsanız dört konuda hazırlık yaparsınız:
1-Siyasi Hazırlık: Başkanlık sistemi tüm kurum ve kuralları ile oturmamış olsa da bu dönem için tasarlanmıştır.1970’lerde, 80’lerde ve 90’larda konuşulmuş ve böyle bir dönemde hayata geçmiştir.
2-Askeri Hazırlık: 15 Temmuz sonrası orduda yapılan temizlik, her gün yenisi ortaya çıkan milli silah teknolojileri, terör operasyonlarındaki son dönem performansı, sınır ötesi operasyon yeteneği ile ordu ideal olmasa da bu dönem için hazırlanıştır.
3-Ekonomik Hazırlık: Bu hazırlığın yumuşak karnı ekonomidir. Bu durum bir başka yazının konusu olacaktır. Ekonomik olarak döneme yeterli hazırlığın yapılmadığını ortadadır.
4-Toplumsal Hazırlık: Halkın ortak değerler üzerinden yapılması gereken bu sürecin de başarılı yürütülmediği görülmektedir. Siyasi dayanışma üzerinden provokasyonlara bu derece açık bir toplum ile böyle bir dönemi yönetmek her geçen gün zorlaşmaktadır. İktidar ve muhalefet ile siyasilere büyük bir sorumluluk düşmektedir. Doğal olarak en büyük sorumluluk iktidarındır.
SON SÖZ
Ülkeler sıkıntı yaşadığında en büyük bedeli o ülkede yaşayan standart vatandaşlar öder. Standardın üstünde olanların büyük bir bölümü ülke dışına kaçar. Kalan halk ise iktidar yanlısı ve ya karşıtı olduğuna bakılmaksızın bedel öder. Avrupa ülkeleri mukayese edildiğinde son derece politize bir topluma sahibiz. Siyasetçiler de zaman zaman siyasi gerekçelerle toplumun bu duygularını manipüle ediyorlar. İç politikada kalma şartlarıyla bu durumun çok sakıncası da yoktur. Ancak dış meselelerde biraz daha sorumlu davranmalarını bekliyoruz. Aksi halde bir kısım vatandaş aynı gemide olmadığını iddia etse de, hep beraber o gemi ile birlikte batacağız. Sonra suyun altında siyaset yapmak zorunda kalmayalım.