Türkiye’nin En Büyük Sorunu; Kaht-ı Rical (adam kıtlığı)

Aykut ULGAR'ın Köşe Yazısı

Abone Ol

II. Abdülhamid dönemi Osmanlı Devleti ’nin hayatta kalma mücadelesi verdiği bir devredir. Bu dönemde başta padişah olmak üzere devlet adamları ve aydınlar devletin çöküşünü durdurmak için çeşitli çözüm yolları aramışlardır.

II. Abdülhamid de onlardan düşüncelerini “lâyiha” şeklinde kendisine takdim edilmesini istemiştir. Hayatı hakkında çok detaylı bilgilere sahip olmadığımız Nusret Paşa’nın devletin içerisinde bulunduğu sıkıntıların kaynağı olarak “kaht-ı rical” yani devlet adamı kıtlığına bağlamaktadır.

Lakabı “Deli” olan Nusret Paşa’nın hâlen devleti idare etmekte olan kişilerin yetersizliği ve kifayetsizliğini bu lakaba uygun bir şekilde kendi açısından izah etmektedir.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi ’nde II. Abdülhamid dönemine ait yüzlerce lâyiha bulunmaktadır.

Askerlik, adalet, eğitim, dış politika, asayiş, ülkenin çeşitli bölgelerinin durumu, dünya devletleri, denizcilik, tarım gibi devlet ve toplum hayatının her alanı hakkında kaleme alınmış olan lâyihalar; problemin kaynağı ve çözüm teklifleri içermekteydi.

Nusret Paşa tarafından yazılan lâyihanın içeriğinden Berlin Kongresi sonrasında ve Hayreddin Paşa’ya atıfta bulunmuş olmasına binaen 1878-1879 tarihleri arasında yazılmış olması gereken lâyihada; devletin içinde bulunduğu siyasî krizden çıkabilmesi için ıslahat yapılmasının bir zorunluluk olduğunu, ancak hâlen devlet kademelerinin en üstünde bulunan kişilerin çoğunun ehliyetsiz ve kifayetsiz olduklarından dolayı, bu kişilerle ıslahatın yapılmasının mümkün olamayacağını belirtmektedir.

Osmanlı Devleti’nin durumunu hastalıktan muzdarip birisine benzeten Nusret Paşa, hastalığı teşhis etmeden tedavinin fayda etmeyeceğini belirtmektedir. Nusret Paşa, devletin bekâ ve şevketinin, siyasetin devamlılık ve düzen içerisinde olmasına bağlı olduğunu belirterek, siyasetin yokluğunun hakikatin yok olmasına; hakikatin olmamasının ise adaletin ortadan kalkmasına; adaletin ortadan kalkmasının ise halkı ve memleketi harap ve perişan edeceğine ve bunun sonucu olarak da devletin yok olmakla karşı karşıya kalacağını belirtmektedir.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan günümüze kadar devlet idaresinde siyasette devamlılık ve düzen ile siyaset, hakikat, adaletten oluşan bu usulün uygulandığına dikkati çeken Nusret Paşa, devletin atlattığı Timur ve diğer felaketler sebebiyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya gelindiği hâlde bu “usul-i siyaset” sayesinde ayakta kalındığını belirterek, şu anda karşılan sıkıntılardan kurtulmak için, sorunun hangi taraftan geliyorsa ilk önce o tarafa yönelerek meseleyi çözmek gerekirken bunun tersinin yapılmaya çalışıldığını ve kişisel ihtiraslar için birçok meselenin hasır altı edildiğini ve görmezden gelindiğini ifade etmektedir.

Devlet idaresinde bulunan bu şahısların meseleleri çözmek yerine padişahı ve halkı suçladıklarını iddia eder: “lisâna alınmasından teeddüb olunur sözlerle ya’nî kâin bu felâket ve musibeti evvel ve ahir makâm-ı muâlla-yı hilâfete arz-ı hakikâte muktedir olamamaları ve taşraca idarenin yolsuzluğu ve milletin terbiyesizliği sebebiyet virdiğini işâa ile irtikâb tezvir edilmekdedir.”

Hani derler ya; “Tarih tekerrürden ibarettir.”

Yazım bu kadar!