Tuhaf zamanlar yaşıyoruz. Alıştığımız, bildiğimiz ya da bildiğimizi zannettiğimiz her şeyin alt üst olduğu sıra dışı zamanlar.
Albert Camus’un Veba eserinde ifade ettiği tuhaflıklarla benzerlik gösterse de kendine has zorluklar dünyamızı ele geçirdi aniden.
Neredeyse bilinen tarihimizin başından beri sürdürülen temel uygulamaların tamamının bir anda altüst olduğu ve herkesin bocaladığı, bitsin artık dediğimiz, acayipliklerle dolu bir zamana sıkıştık kaldık.
Bu sıkışmışlık içerisinde içimize huzur yayılsın diye sığındığımız limanlarımız olan yuvalarımız, adeta hapishanemiz oldu. Bu sıcak ve sevgi dolu hapishanelerin en masum üyeleri olan çocuklarımızın şaşkınlıkları ve sıkıntıları ise bambaşka bir boyutta.
Her ne kadar önceden yoğun ders dönemlerinde yakaladıkları kar tatilleri, ara tatiller ve uzun soluklu yaz tatilini iple çekseler de; okulun da öğrenmenin ötesinde nasıl bir sosyal ihtiyaç olduğunu maalesef salgın tecrübesi ile anlamak zorunda kaldılar. En azından bu ihtiyacı hissettiler.
Birbirimizle mutlu anlarımızı paylaştığımız evlatlarımıza karşı adeta birer gardiyan rolüne bürünüp ilişkilerimizde kafa karışıklıkları yaşamaya başladık.
Aklı başında her insan, çocuğun hayatında eğitimden uzak geçen her anın onun yaşamı ve toplumumuzun geleceği açısından ne derece büyük bir kayıp olduğunu kabul edecektir. Bu yüzden eğitimi kesintiye uğratmamak adına bir alternatif bulma arayışına girdik. Ancak çözüm çok ta uzakta değildi. Biz ona uzaktan eğitim dedik. Eğitim mi, öğretim mi yoksa ders mi? Belki de dert…
Hiçbir şey yapmadan beklemektense ani bir refleksle sahip olunan imkanların kullanılması hamlesi gayet akıllıcaydı.
Uzaktan eğitim sürecinin başından beri sürece hiç dahil olamayan ve bir kişi bile olsa ihmal edilmesi mümkün olmayan çocuklarımızı saymazsak (saymalıyız) başlangıçta her şey çok güzeldi. Ancak zaman ilerledikçe sürece katılabilen çocuklar için de bambaşka olumsuzluklar kendini göstermeye başladı.
Bakanlığın bile başarısını tıklanma sayıları ve istatistikler üzerinden açıklamaya çalıştığı bir dönemde çocukların bu ekran çılgınlığından uzak durup dengeli ve bilinçli birer internet kullanıcısı olmasını beklemek hayalcilik oldurdu.
Çocuklar arasında ekran bağımlılığı korkunç boyutlara ulaştı. Salgın bitince bir gözünü kapatıp parmağıyla çapraz bir kaydırma hareketi yaparak karşısındaki sıkıcı kişiden, olaydan, sorundan kurtulmayı düşünebilecek düzeyde gerçeklikle bağını kaybetmiş bireylerin sayısının epeyce artmış olduğunu göreceğiz.
Mevcut durumda tek ümidimiz salgının tüm dünyada ve ülkemizde en az hasarla sona ermesi ve bir an önce normal yaşama dönmemizdir.
Belki bu yazıda olumlu tablolar çizilebilir, ufak tefek (?) olumsuzlukları bertaraf etmek için sihirli reçeteler sunulabilirdi.
Ancak tedavinin başlaması için önce hasta olduğunuzun farkına varmanız gerekir.