Yargıyı Yargılamak!

Mustafa KALABALIK'ın Köşe Yazısı

Abone Ol

Kültür kavramı, bazı kaynaklarda tarih içerisinde yaratılan bir anlam ve önem sistemi olarak özetleniyor.

 

‘İnsanların bireysel ve toplu yaşamlarını anlamada, düzenlemede ve yapılandırmada kullandıkları inançlar ve adetler sistemidir’ de deniyor...

 

‘Sosyolojik olarak kültür, bizi saran, insanlardan öğrendiğimiz toplumsal mirastır.

 

Kültürün oluşmasında ikili bir süreç vardır; birinci süreçte insan pasif ve alıcı konumdadır.

 

Doğayla kurulan öncül ilişki, yani ihtiyaçları doğrultusunda edindiği bilgi, dili, davranışları ve maddi üretim ve tüketim aletleri kültürün yaratılmasında birinci aşama olarak karşımıza çıkar.

 

İkinci aşamada ise insan alıcı konumdan çıkar ve üretmeye başlar. Yani yaşadığı çevreye etkin ve aktif bir güç olarak katılır…

 

Kültür birikimle birlikte ivmesi artan bir toplumsal yapı bileşenidir. Giderek her nesil miras aldığı kültüre maddi ve manevi bir katkı yapar ve onu kendinden sonrakilere miras bırakır.’

 

Bazı mesleklerin, toplumlara, geleceğe hizmet etmelerinin yolundaki karar ve uygulamalarının yöntemi, tarafsız, hissiz ve özellikle nefslerinden arınmış olmalıdır.

 

Özellikle devletlerin en temel taşı “adalet ve yargı” kurumları ve bu kurumlara hayat veren kişiler!

 

Siyasi ve ideolojik yaklaşımlar, “adalet kültürünü” almamışlar veya eksik-yanlış alanlar, geleceğimizin ne derece etkisinde olduklarını farkındalar mı acaba?

 

Elbette çoğunluk hakkında “değillerdir” hükmünü vermek mümkün de değil. Ancak aralarındaki olumsuz örnek kişiliklerin varlığı bile “hak, hukuk, adalet ve yargı” üzerine yeterince şüphe, güvensizlik yaratıyor…

Akıp giden bir düzende(!), her ne kadar kabul etmek mümkün görünmese de, toplum içinde ve yönetimlerde çürük elmaların olması da doğal.

 

Bize düşen öncelikle yozlaşmanın farkında olmak.

 

Niye bu yazı kaleme alındı derseniz, yine yaklaşık beş yıl önceki eski birkaç yazımdan da faydalanarak bir hatırlatma yapmak için diyebilirim.

 

Yargı mensuplarının, hep “bağımsızlık” ve “tarafsızlık” ilkelerinde olması talep edilmektedir.

 

Yargının ve yargı mensuplarının, “hesap verebilir” olması gerektiği nedense pek tartışılmaz!

 

Ya da bu hesap verilebilirliğin nasıl, kime, kimlere olacağına, yanlış-haksız-hukuksuz kararlara dair “yaptırımların neler olabileceğine, olması gerektiğine” dair düşünceler eksik kalmaktadır!

 

Yargının da yargılanabilir olması gerekmez mi?

 

Kuralları uygulayan ve uygulayacak olanlar da insan olduğuna göre ve her ortamda “yargı mensuplarının da elbet bir düşünceleri, taraf oldukları vardır! Önemli olan bu tarafsızlıklarını kurallara uygun şekilde işlerini yapmaları” söylenmesine rağmen, anayasamızın, kanunlarımızın da esnekliği, oldukça geniş yorumlama farkları yaratan ve neredeyse sınırsız takdir yetkisi ile güçlendirilen yargı mensuplarından, ne tarafsızlığı, ne bağımsızlığı beklemenin gerçekçi olmadığını yaşayarak topluma gösteriyorlar..!

 

Bazen bizzat yargı, kendisini “meşruiyet sorunsalı” haline getirebiliyor maalesef...

 

Gelecekte, bugünlerin ve atılan adımların yasal meşruiyetini de sorgulatabilir açıklık vermeleri ve hatta bazı hususlarda geriye dönük yaptırımlara dahi neden olacak kararları da beraberinde getirebilecektir. Getirmelidir de!

 

Halen yürürlükte olan anayasamızın, yasalarımızın dahi kesin olarak men ettiği önemli hususların zaman zaman yok sayılması ve başka kişiler, kurumlar ve toplumsal mağduriyetlere, travmalara sebep olunması, sadece ülkemizde değil, dünya kamuoyunun gözü önünde yapılan uygulamalar, evrensel kurallara karşı aykırılıklar, üyesi olduğumuz uluslar arası kurumların ve platformların hukuksal hükümleri dışındaki eylemler de, bugünleri sorgulatabilir nitelik ve nicelikte değil mi?

 

Özellikle bizim de imzamız olan bazı uluslar arası hukuk konularından uzaklaşmış görüntüler verilmesi, bu hususlarla eleştirilmemiz ve buna rağmen aynı ısrarla ve hatta daha da sertleşerek tavırlarda ısrar edilmesi..!

 

Her ne kadar anayasa ve yasalara aykırı da dense, maalesef ki anayasa ve yasalarımızın bazı maddelerinin “muğlak” olması, “keyfiyete” ve “sınırsız yorumlara imkan tanıması”, olmayan yetkilerin dahi kullanımına engel olunamaması sorunlarından kaynaklanıyor kanımca…

 

Uluslar arası kuralların yok sayılması, kendi anayasal çerçevelerimizin dahi dışında girişimlerde bulunduğumuzun gündeme getirilmesi, önümüzdeki süreçte bazı kararlarımızı da tarih önünde daha şimdiden “yok hükmünde” saydırabilir..!

 

Bu, ulusal anlamda bir “yok hükmünde sayma” olabileceği gibi, uluslar arası ilişkilerde de meşruiyet sorunsalını gündeme getirebilecektir..!

 

Anayasamızdaki bazı hükümlerle koruma altına alınıp, men edilişleri imkânsız kılınan bazı özgürlükler ve yaşamsal hakların bir şekilde geri alınması, bugünkü güç merkezleri tarafından topluma meşru olarak sunuluyor.

 

Ulusal ve evrensel toplum, tüm kamuoyuna sunulan, bu meşruiyeti sorunsallaştırılan hususları, “şimdilik aldım, kabul ettim” diyor adeta ve sineye çekiyor. 

 

Sonuçlarını da, yaşanmış gerekçelerin gerçekliğini de, önümüzdeki zaman bizlere gösterecek elbet.

 

Bakalım “yargı kurumunun ve mensuplarının yargılanması” gelecekte nasıl yapılacak?

 

Haksız, hukuksuz, keyfi yargılamalara sebebiyet verenler, bu kararlara ses çıkarmayan, itiraz etmeyen, düzeltmeyen kesimlerin yargılamaları gelecekte nasıl yapılacak?

 

“Yargıyı yargılamak” mümkün olacak mı?