Çetin ÇILDIR'ın Köşe Yazısı
Bir konunun çok konuşuyor olması, iyi anlatılıyor ya da iyi anlaşılıyor olması anlamına gelmiyor bazı durumlarda. Beka meselesi bu konuya en iyi örnek haline geldi son zamanlarda. Ne kadar çok konuşulursa vatandaşın kafası o oranda karışmaya başladı. Bu konuyu güncel olaylarla anlatmaya çalışmak, anlaşılmasını da zorlaştırıyor. Biraz tarihçesine inelim.
Beka meselesi bu toprakların temel problemidir. Medeniyetlerin beşiği olarak tanımladığımız bu coğrafya, aynı zamanda medeniyetlerin mezarlığıdır. Bizden önce bu topraklarda yaşayan Bizans imparatorluğu için beka, doğudan Moğol ve Türk, batıdan Katolik Haçlı seferleriydi. Nihayetinde bu sorunlarla başa çıkamayacak kadar zayıfladıkları anda da, tarih sahnesinden çekildiler. Onlar da kendilerinden önceki devletlerin beka sorunuydular. Selçuklunun beka sorunu Haçlı seferleri ve Moğol olarak devam etti. Zayıfladı ve yerini Osmanlı’ya bıraktı. Devletlerin ismi yaşayan insanların kimliği veya dini değil, sorun olan yaşanılan coğrafya.
Bu konuyu ciddiye almamak, siyasi iktidara veya bir döneme sıkıştırmak sadece cehalet ile açıklanabilir. Son dönemlerde saldırıların sıklaşması ve ülkenin ateş çemberi ile sarılmaya çalışılmasının arkasında yatan ise Türkiye'nin kontrolden çıkma çabasıdır. Yüzünü 250-300 yıldır batıya dönmüş, bunun sonucunda topraklarının büyük çoğunluğunu kaybetmiş, devleti parçalanmış bir millet yön değiştirmeye çalışmaktadır. Bölgesinde olan bitenlere kayıtsız kalmayı reddetmektedir. Muavenet isimli gemisi NATO tatbikatında ABD gemisinden atılan torpido ile vurulduğunda kazadır diyen, askerin başına çuval geçirildiğinde ses çıkarmayan, ABD'nin çekiç güç üzerinden PKK'ya yardımlarını çaresizce izleyenler artık yeter diye ses çıkarmaktadır.
Ray değişikliğini sadece düşünen Menderes ve arkadaşlarını darbe ile deviren ve idam eden güç için alışılmadık bir durumdur bu olanlar. Yapılan ise basittir. Çoğunluk hissesine sahip olduğunuz, yani sahibi olduğunuz bir şirkete zarar vermek istemezsiniz. ABD uzun yıllar kendini Türkiye'nin sahibi gibi hissetmiştir. Orduyu, istihbaratı, siyaset ve bürokrasiyi yıllarca kontrol etmiştir. Fırat Kalkanı ve Afrin Operasyonu bu ortaklığın sonlanmaya başladığının ilk işaretleri idi. Rusya ile yapılan S 400 antlaşması ise ABD açısında hayati önem taşımaktadır. NATO şemsiyesi altında kullandığımız silahlar için ABD hedefleri dost olarak tanımlanmakta ve vurulamamaktadır. Yani olası bir karşı karşıya gelme halinde ABD karşısında sadece piyade tüfeklerimiz vardır. Türkiye’nin yazılımları millileştirme ve savunma sistemlerini çeşitlendirme çabaları ABD açısından büyük sorundur. Yerli silah sanayisi için atılan her adım, bölgede operasyonlar planlayan, yeni haritalar hazırlayan güçler için tehdit oluşturmaktadır. Türk devleti girdiği bu yoldan dönmeyi düşünmüyorsa ABD için hedef olmaya devam edecektir. Beka meselesi ile kastedilen ise bu yoldan dönmenin artık mümkün olmadığıdır. Türkiye artık bir karar vermiştir, bu yoldan dönerse bölünecektir. Bölge için çizilen haritalar, 1990 yılında gerçekleşen Körfez Savaşı sonrası sızmaya başlamıştı. Önce Irak, sonra Suriye ve İran en sonra da Türkiye. Irak ve Suriye gerçekleşti, İran hedef tahtasında. Ne yapmalıyız sıramız gelsin diye kuzu kuzu bekleyelim mi? Türkiye'nin beka sorunu yoktur diyenler neyi amaçlamaktadır. Bu bir özgüven mi yoksa cehalet midir?
Batı devletlerine baktığınızda siyasetin temel konularında ortak politikaları olduğunu, diğer konular üzerinden siyaset yapıldığını görüyoruz. Bizde ise devletin bekası bile ortak mutabakata sebep olmamaktadır. İşte tam da bu gerekçeyle tüm seçimler bir beka meselesi haline gelmektedir. İktidar ve muhalefetin ülkeye götürmek istediği yol arasında uçurum vardır. Çöp toplayan, imar planı onaylayan, park yapan yerel yönetimler ile beka arasında ilişki de buradadır. Sadece bu işler yapılacaksa sorun yoktur. Ama kaybedilen belediyeler, düşen oy oranları üzerinden siyasi meşruiyet sorgulanacaksa, çevresinde büyük sorunlar olan ülke, buraya odaklanmak yerine iç siyasi hesaplaşmalarla meşgul edilecekse, yerel yönetimler de beka meselesi haline gelir.
SON SÖZ
Türkiye bölücü terör üzerinden maddi ve manevi büyük zararlara uğramıştır. Toplam kaybın 34 yılda 500 milyar dolarla 1 trilyon dolar arasında olduğu iddia edilmektedir. Bu kayıplara uğramamış bir Türkiye'nin nerelerde olabileceğini hayal bile edemiyoruz. Bu sorunun Türkiye'yi frenlemek için çıkarıldığı ortadadır. Son dönemlerde terörün etkisinin azaldığı da malumdur. Terörle mücadelede deneyim kazanmış, içindeki satılmış kadrolarının büyük bölümünü tasfiye etmiş bir Türkiye'nin önümüzdeki dönemlerde geleceği yer endişe nedenidir. Siyasi iktidarlar gelip geçici devletse kalıcıdır. Devletin bekasını ve geleceğine en uygun siyaseti belirlemek ise vatandaşın işidir.