İbrahim İnanç Çakıroğlu'nun Köşe Yazısı
Türkiye Cumhuriyeti ve Sovyet Hükümeti arasında İtalya’nın Habeşistan işgaline kadarki dönem olumlu seyirdeydi. Çünkü Temmuz 1920’de toplanan 3. Enternasyonel’de Hintli Komünist M. N. Roy’un doğu halklarına karşı yürütülecek siyasetin ‘’proleter devrim amacı taşıyanların’’ desteklenmesi düşüncesine karşı Lenin’in ‘’emperyalizme karşı savaşanların proleter amaç taşısın ya da taşımasın’’ desteklenmesi düşüncesi hakim gelmişti. Yaklaşık 20 yıllık zaman diliminde iki ülke arasında ki ilişkiler bu temele dayalıydı. Fakat yukarıda bahsolunan durumdan ötürü ilişkiler tam aksi istikamete girdi. Öyle ki dönemin Sovyet Dışişleri Bakanı Vayçeslav Molotov, Moskova Türk Büyükelçisi Selim Sarperi çağırıp Kars ve Ardahan’ın ilhakını talep etti. Asıl amacı Boğazların yönetiminde değişiklik olan Sovyet yönetimi pazarlık aracı olarak Kars ve Ardahan’ı öne sürdü. 1925’te iki devlet arasında imzalanan Dostluk ve Tarafsızlık antlaşmasının uzatılmayacağı Molotov tarafından dile getirildi. Koşulların değiştiğini ve antlaşmanın feshedileceğini de ayrıca belirtti. 16 Mart 1921’de yapılan Türk-Sovyet antlaşması ile Kars- Ardahan Türkiye’ye bırakılmıştı. Molotov, Sarper’e ‘’1921 haksızlığının tamiri’’ için Kars ve Ardahan’ı istedi. Buna karşılık Sarper ‘’1921 zaten bir haksızlığın tamiriydi ve onu Lenin imzaladı’’ dedi. Bu diyaloğun arkasından Molotov Boğazların Türkiye idaresinde olmasından dolayı rahatsızlığını dile getirdi ve ‘’200 Milyon kişinin iradesi Türkiye’ye bağlı. Montrö eskidi ve değişmelidir’’ dedi. Yine bu dönemde İkinci Dünya Savaşından çıkmış müttefiklerin toplandığı Postdam Konferansında ABD ve İngiltere boğazlar ile Türkiye’ye nota verirken Sovyetler ise notasını bir yıl sonra vermiştir. Gittikçe artan gerginlik neticesinde İstanbul’da yaşanan bir olay sorunları daha da arttırdı. Solcu yayınlara tepki göstermek isteyen İstanbul Üniversitesi öğrencileri Rusça yayın yapan bir kitapevine saldırdı. Bu olayı protesto eden Sovyet Hükümeti olaylarda Türk Polisinin işbirliği içinde olduğunu iddia ediyordu. Türk hükümetini suçlu bulan Sovyet Rusya en büyük sorumlu olarak Ankara’yı hedef gösteriyordu. Bu olaydan sonra İstanbul Milletvekili olan Kazım Karabekir genel kurul da bir açıklama yaptı. ‘’ Boğazlar milletimizin hakikaten boğazıdır. Oraya saldırtmayız. Fakat şu bilinmelidir ki, Kars yaylası milli belkemiğimizdir. Kırdırırsak yine mahvoluruz’’.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, Sovyetlere karşı Dış Politikasını gösterir nitelikte olan bu konuşmadan bir gün sonra Gürcü bir Profesör Moskova gazetelerinde Gümüşhane, Bayburt, Giresun, Trabzon, İspir, Oltu vs. gibi yerlerin Gürcülerin toprağı olduğu şeklinde bir makale yazar. Bu olaylar ile devam ilişkiler giderek gerginleşti ve boğazlar konusuda Sovyet Rusya 7 Ağustos 1947’de egemenliğimizi kısıtlamaya yönelik nota verdi. Verilen bu notaya karşılık Türk Hükümeti 22 Ağustos da ‘’ Türkiye’nin hiçbir hakkından feragat etmeyeceğini ve takyidinin kabul edemeyeceği egemenlik haklarına ve güvenliğine aykırı olduğunu’’ bildirip ‘’ Tarih Türkiye’nin dahil olup Türk milletinin memlekete karşı vazifesini yapmadığı hiçbir savaş misali kaydetmemiştir’’ sözü ile de meydan okumuştur.
Yazının devamı yarın.