Itır Zuhal Kocamanoğlu'nun Köşe Yazısı
Kumbaramızı en fazla Ruhsal stresler doldurur.
Peki, bize onları kim hediye ediyor?
Benim kumbarama, bu stresi kim bıraktı?
Yakınlarım mı? Uzaklarım mı?
Belki de uzaklık, ya da yakınlık…
Sahi, kim bu stresin sebebi?
Hayat benim, beden benim…
Yaşamdan zevk alamama sebebim ise, bir başkası…
Nasıl da adaletsiz olabiliyor dünya…
Zaten, sizde öyle diyorsunuz…
Dediklerinizi çok net duyuyorum.
Lakin, uzun mevzu, bir başka zaman tartışırız belki.
***
Yaşam karmaşık, sürekli bir düzensizlik var, evet.
Ve insan adaletsiz, buna da evet. En çok da, kendisine…
Öyle basite alıyoruz ki bazen kendimizi, başaramayacak gibi, kaostan çıkamayacak gibi sıkışmış hissediyoruz.
Sonra o sıkışıklık ve sıkışıklık hisse bitiyor, başkası başlıyor, bir başka sorun ortaya çıkıyor.
Aslında, kaosun bittiği tek yer, ölüm…
Ancak, yaşamın engebeli olması gerektiğini anlayabildiğimizde, rahatlıyor, nefes almaya başlıyoruz…
***
Çevremizde, sürekli olarak etrafımızdaki insanların, bizi hasta ettiğini duyuyoruz.
Peki, gerçek ne?
Gerçekte, beni, bir tek ben hasta edebilirim.
Hepimiz, kendi yaşantımızı kontrol etme hakkına sahibiz. İzin vermediğimiz sürece, kimse kumbaramızı dolduramaz. Ne var ki izin verdiklerimiz, bize, bu yükü yüklüyor.
Bazılarımız çok fedakârız ama karşılığını göremediğimiz için yıpranırız.
Bazılarımız bir başkasının derdine yanar, durur. Örnek mi istiyorsunuz?
Hemen bir tane anlatalım.
***
Kadın, yerde oturmaktan hoşlanıyor. Oturduğu yerde, etrafındaki doğayı seyretmekte, tebessümünden bir yerlere dalmış olduğu belli…
Erkek, elinde bir kuş tüyü minderle geliyor ve ‘’yerde oturma, zemin ıslak ve soğuk ’’ diyor. Kadın, ‘’hayır, böyle çok iyiyim’’ dese de, ısrarlar sonucunda kalkıp, mindere oturuyor. Bir anda, yüzü asılıyor. Çünkü konsantrasyonu kaybolup, daldığı deryadan uyandırılmış oluyor. İçinden, nasıl da güzel kaybolmuştum doğanın içinde, ne olurdu bozmasaydı, diye geçiriyor.
Erkek ise, ne yapsam yaranılmıyor, hiç bir şey, onu mutlu etmiyor, diye düşünüyor.
Olayda suçlu aramıyoruz elbette. Sorunla karşılaşınca suçluyu aramak sorunu çözmez. Kimin suçlu olduğunun önemi yok…
Kıssadan hisse çıkaracak olursak, ne yaparsanız yapın, sizin özveriniz talep görmedikçe, özveri sayılmayacaktır…
***
Sizden bir iyilik istiyorum, lütfen talep etmedikçe, ona iyilik yapmaya çalışmayın…
Karşı tarafın onayı yoksa onun özel alanına, izinsiz girmiş oluyorsunuz…
Eskilerden çok sevdiğim bir söz var. Derler ki: Dost bağına bahanesiz girilmez…
***
Kumbaramızı dolduran davranışlardan biri de kurban bilincinde yaşayanların, bitmeyen dertleri…
Sürekli dert dinlemeyin, size derdini anlatan arkadaşlarınıza, yakınlarınıza, çözümü sorun ve uygulamalarını isteyin. İkinci kez aynısını anlattıklarında, kendileri, kendileri için bir adım atmamışlarsa, artık onları dinlemeyeceğinizi, uygun bir dille belirtmelisiniz.
Dertler, paylaşıldıkça küçülür demek, anlatıp, anlatıp, gaza gelelim demek değildir.
Sorun varsa çözülmeye gayret edilmelidir.
Sorunun çözümü, sorunu yaymak ya da muhatabı olmayana, anlatmak değildir.
***
Sizleri yüreğime sokarak seviyorum, sizde kendinizi öyle sevin. Huzurla kalın.