TDK (Türk Dil Kurumu) sözlüğüne göre, tohum; “bitkilerde döllenme sonunda yumurtacıktan oluşan ve yeni bir bitki oluşmasını sağlayan tane” olarak anlamlandırılmıştır.
Ne yetişeceğini, büyüyünce ne geleceğini, rengini, şeklini, adını ve vereceği tadın nasıl olacağını bildiğin bir ürünü, “tohum” ile toprağa hapseder, yetişme şartlarını yerine getirir, destekler, bakımlarını yapar ve bir süre beklersen aynısını alırsınız.
Elma tohumundan armut gelmesini beklemeyin yani.
Toplum ve yaşamda da, başka tohumlar da yer almaktadır.
İnsanların iç dünyalarına, benliklerine, kişiliklerine ekilebilen zihinsel, duygusal, manevi, ruhsal tohumlar.
‘Gönül tarlası sürülmeden söz tohumu ekmek insana pek fayda sağlamayabilir.’
Hangi çiftçi toprağını sürmeden tohum eker!
Sürülmemiş sert toprağa ekilen tohum, ya rüzgarlarla savrulur ya da yağan yağmurla sökülür gider ekildiği yerden..
Her birimiz, küçükken, anne, baba ve büyüklerimizin içimize ektiği bu tohum çeşitlerinden birisi veya birkaçı ile büyürüz.
Sonra, yaşımıza göre girdiğimiz sosyal ortamlarda, eğitim ortamlarında, öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız ile de çeşitlenen bu tohumlar, sevgi, saygı, güven, özgüven, mutluluk ve umutluluk olduğu gibi, ne yazık ki birçok ailede ve toplumda yetiştirilen, saçılan tohumlar arasında, korku, suçluluk ve umutsuzluk duyguları da bulunur.
“Cennette bulunan herkesin bir ağacı vardır. Bu ağacın adına tûbâ denir. Onlardan herhangi biri üstüne giysisini giymek istediği zaman, o ağacın yanına gider. Oraya gittikten sonra ağacın çiçekleri açılır. Bunların içinden elbise çıkar. Bu çiçekler esas olarak altı renk olup bunların her biri dahi yetmiş renge sahiptir. Bu renklerden meydana gelen elbise, ne renk ne de şekil olarak birbirlerine benzerler. O kimse, bunlardan hangisini isterse onu alır.” Abdulkadir Geylani
***
Mesela bu tohumlardan birisi de “korku tohumu”dur.
Korkma eylemi, topluma yaşatılanlarla, bireylere müdahalelerle, kültür haline dönüştüğünde, “Korku Kültürü” haline getirilmektedir.
Yani “korkmak”, adeta kültürleştirilmektedir…
Bizim toplumumuzda özellikle sıkça gözlemlenen bu durumda, herkes birinden, bir şeylerden ve hatta düşünceleri, fikirleri, eylemleri ve söylemlerinden dahi korkar.
Çocuklar, önce aileleri tarafından korkmaya alıştırılır.
Öcü ile korkutulur. Polis ile korkutulur. Ceza ile korkutulur. Büyüklerden korkutulur.
Sonrasında da çocuklar, ailelerinden korkar..
Hanımlar eşlerinden korkar..
Çalışanlar, işverenlerden, itiraz etmekten, talep etmekten ve hakkını istemekten korkar..
Başarılı insanlar, başarılarından dahi korkar! Çünkü “hiçbir başarı cezasız kalmaz”…
İnsanlara birçok eylemi yaptıran da hep bu “korku”dur.
Bizim toplumumuzun oldukça fazla, derinden hissedilen baskı ve korku sonucu güdülen koyunlar gibi yaşamamaya yönelik dik duruş, güven, güç bulabilmemiz, vatandaş ve birey olarak ayakta kalabilmemiz, ancak ve ancak bu korkularımızın üzerine gidebilmemiz ile mümkün.
Mümkün ama kolay mı?
Elbette ki değil!
Sonrasında yaşananlar ise bir mutsuzluk, umutsuzluk halidir.
Gönlünce yaşayamayan, düşünemeyen, söyleyemeyenlerin yakalandığı bir hastalıktır “umutsuzluk”.
İşte, “umutsuzluk tohumları”nın; sıradan ve iyi niyetle, korumacı, kollayıcı gibi başlayan müdahalelerle büyüyen, filizlenen, imkânsız olmasa da sökülüp atılması vakit alan, bireyleri tatsız, tuzsuz bir yaşama sürükleyen bir tadı vardır.
Ama bu umutsuzluk tohumlarından beslenen, güçlenenler de vardır…
Umutsuzluk; çalışma, üretme, tüketme ve yaşama sevincini bitirir..
Düşünceleri anlamsız, fikirleri pervasız, eylemleri amaçsız kılar..
Bugünün muteber olanını, yarının yasaklısı olmakla korkutur..
Ölümü gösterip, sıtmaya razı etme aracıdır umutsuzluk.
***
Sadece son on yılda ülkemizde yaşananları düşünün.
Seçim süreçlerindeki “istikrarsızlık korkuları”nı düşünün.
Koalisyon tehlikesinin(!), ülkemize yaşatacağı felaket(!) söylemlerini, siyasetini düşünün..
Korku siyaseti ile “istikrar” için yapılan geçmiş seçimleri ve seçim sonuçlarıyla istikrarsızlık korkularının giderilemediğini düşünün..
Bir de yaşadığımız bugünleri, ekonomiyi, eğitimi, sağlığı, geçim derdini, adaleti, hukuku, milli iradenin tecellisinin sonuçlarını..
Ama korkuların söylem ve eylemlerle devam etti(rildi)ğini de unutmayın!
İlla bir korku türetiliyor, üretiliyor, pazarlanıyor...
‘Mutsuzluktan mutlu olanların’ idaresinde yaşıyoruz!
Bakınız dış politikada geldiğimiz yere!
Çevre coğrafyalarımızda ve komşu ülkelerimizde yaşananlara, göçlere, dayatılmaya çalışılan demografik yapımızın değişitirilmesine!
Tarihimizde de hep yalnız bırakıldığımıza, arkadan vurulduğumuza, yalnız başımıza kaldığımıza mı yanmaya devam edelim?
Yoksa aynı şeyleri tekrar tekrar yaşadığımıza ve yaşatıldığımıza mı?
Evet. Umutsuzluk tohumları saçılıyor..
Türkiye giderek yalnızlaş(tırıl)ıyor.
Ama uygun ortamda, yeterli oksijen, nem ve su olduğundan yeniden yeşeren “ata tohumu” gibi de bir toplumumuz var evelallah.
Atalarımızın geçmişte kullandığı ve hiçbir işlem görmeden yıllar önce olduğu gibi kalan doğal tohumlar kanımızda, yüreğimizde var.
Kanımızdaki bu tohumlar, sonraki yılların ekiminde kullanılır...
Yeter ki bu tohumları serpiştiren, eken, yeşerten, umutlandıranlarımız olsun, dik dursun...