Cengizhan GÖKSU abime ithafen.
Yıl 1989, yedi yaşında bir erkek çocuk koltukta nasıl oturulmazı göstermek için mümkün olan en yükseğe çıkmıştır. Oradan da göbeğini tam tepeye dayayıp, ayakları koltuğun arkasında kafası oturma yerine gelecek şekilde ikiye katlanmış gibi durmaya karar verir. Koltuğun üzerinde dedesinin namaza giderken özensizce bıraktığı gazete ile burun buruna gelir.
Pul kadar bir fotoğraf ve yanında sadece açıklama sayılacak bir haber metni vardır. Fotoğrafta dedesinin yaşlarında, temiz traşlı bir adam vardır. Yüksek sesle okumaya başlar. “Türk Cumhuriyetleri ile hükümet bağları güçlendirecek adımları bir an önce atmalıdır. Bugün Sovyet zulmünde olabilirler, ancak umutları ve gözleri Türkiye’dedir…” manasında birkaç cümleyi bir çırpıda okur.
Odanın diğer köşesinde yemek masasının üzerinde bozuk bir televizyonu tamir etmekte olan babası başını kaldırmadan sorar; “Kim söylemiş?”
Hemen fotoğrafın altındaki ismi okuyan çocuk cevap verir; “Alparslan TÜRKEŞ”.
Babanın yüzünde beliren tebessümü yine başını kaldırmadan söylediği “Türkeş bütün Türkleri birleştirip sonra da hepsinin Cumhurbaşkanı olmak istiyor.” Beyanını duyan velet beyninden vurulmuş gibi fırlar. Bir çırpıda koltukta büyük bir adam gibi oturur. Elindeki gazeteyi sallayarak babasına dönüp soruyla karışık sitem eder; “Oda kim oluyor?”
Babası ilk defa başını kaldırıp çocuğa bakar, sinirli halini, içten bir kahkaha ile karşılar ve cevap verir. “En çok ona yakışır oğlum… En çok ona yakışır…”
O gün TÜRKEŞ’le tanışan çocuğun aklından bir daha asla çıkmayacak bir hedef belirir, “Türkiye büyüyüp TURAN olacak.”
Aklınızdaki soruyu duyuyorum, o çocuk büyüdükçe ne oldu? TÜRKEŞ’i tanıdıkça hayran oldu.
Daha ergenlik yıllarında tanışmanın hayalini kurduğu “BAŞBUĞ” ise göçtü.
Birinin ardından göz yaşı dökmenin ne olduğunu da yine ondan öğrendi.
Gönlünde TÜRKEŞ’le özdeşleşmiş bir sevda ile serpildi. Vatan, millet, bayrak, namus, ülkü, sadakat, hasılı mukaddes ne kadar değer varsa onun için hepsi TÜRKEŞ’e çıkıyordu.
Yalnız bugün kırkını çoktan geçirmiş o çocuğa çevirip sorsanız, “En öykündüğün Türk Milliyetçisi kimdir?” diye Dündar TAŞER diyecektir. “Türkeş’in yanlışı benim doğrumdan daha doğrudur.” dediği için midir? …
Bilinmez…
Zaten mühim de değil.
Bir Türk Milliyetçisi yetiştirmek istiyorsanız, ona sadece BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’i anlatın.
O size Türk Tarihini, Türk Kültürünü, Türk olmayı zaten anlatır.
Saygı ve muhabbetle…
Unutmadan 1989’da Türkeş’e kızan o hadsiz çocuk bugün yazdığını okuduğunuz için çok seviniyor.