Uğur Ulusoy'un Köşe Yazısı...
Cumhuriyet Halk Partisi Kocaeli İl Başkanlığı’nın 39. kongresi sona erdi.
Neredeyse bütün gün kongreyi izledim.
Perde kapandı ama sahnede yankılanan cümleler tanıdık geldi.
Oyuncular değişmişti belki, kostümler yenilenmişti, kuliste farklı sesler vardı ama replik aynıydı:
“Birlik, beraberlik, değişim.”
Kocaeli Kongre Merkezi o gün bir tiyatro sahnesiydi.
Kimisi başrolde, kimisi figüran. Ama herkes aynı oyunun bir yerindeydi.
***
Kongre gününe dair görüşlerimi kongreden günler önce yazmıştım:
“Bu yarış Bülent Sarı ile Erdem Arcan arasında geçecek. Şu anki konjonktürde Sarı bir adım önde.”
Ve hemen ardından da eklemiştim:
“Siyasette bir saat bile çok uzun süredir. Kongre sabahı verilen söz akşam değişir. Son gece yapılan pazarlıklar bile seçimin yönünü değiştirebilir. Kim kazanırsa kazansın, kazanan CHP olmalı.”
O satırları yazarken kehanet yapmıyordum; yılların refleksini dillendiriyordum.
Ve gerçekten öyle oldu.
Kongre sabahı liste değişti, dengeler sarsıldı.
Bazı ilçeler kırıldı, bazı isimler küstü. “Konsensüs” dedikleri şeyin aslında ne kadar kırılgan olduğunu herkes o sabah anladı.
***
Mesela o gün salonda bir isim vardı ki, mikrofonu almadı ama herkesin gönlüne yazıldı:
Selman Kurcan.
İzmit’te Emek Komisyonu’nun başkanlığını yapmış, partinin öz emekçilerinden biri.
Kırgındı çünkü desteklediği Erdem Arcan’ın listesinde kendine yer bulamamıştı.
Ama kırgınlığını sandığa taşımadı.
Elinde 5+1 delegasyon oyu vardı; dilerse seçimin yönünü değiştirebilirdi.
Ama yapmadı.
Oyunu da arkadaşlarının oyunu da yine Arcan’a verdi.
Bu şehirde siyaset çok kavga, çok küslük gördü ama gücü varken sakin kalmak, işte o başka bir meziyet.
Selman Kurcan o gün, gösterişsiz bir asaletle “örgüt ahlakı”nın ne olduğunu hatırlattı.
***
Erdem Arcan seçimi sadece 9 oy farkla kazandı.
Dokuz oy ama içinde koca bir hikâye var.
Liste krizleri, küs ilçeler, görmezden gelinen emekçiler, son gece değişen sözler…
O fark sadece bir rakam değil; bir uyarı.
CHP örgütü o 9 oyla aslında şunu söyledi:
“Kimse vazgeçilmez değildir.”
Sandık, sessiz ama net konuştu.
Arcan’a sadece zafer değil, sorumluluk da verdi.
Çünkü 9 oyla kazanılan bir seçim, aslında “çok şeyin kıyısından dönülmüş” bir seçimdir.
Ama şunu da açıkça söylemek gerekir:
Dokuz oyla bir zafer olmaz.
Bir partide “zafer” kelimesi kullanılabiliyorsa, o partide mutlaka kendi içinde düşmanlar yaratılmış demektir.
Dokuz oy farkla kimse “iktidar oldum” dememeli.
Belli ki delege son anda bir mesaj vermek, bir denge kurmak istedi.
Biraz farklı bir şey denemek istedi, geçici olarak koltuğu başka bir isme bıraktı.
CHP delegesi bir ismi getirdiği gibi almasını da çok iyi bilir.
Geçmişte bunun örnekleri çok yaşandı.
Şu anda CHP’de aslında değişen hiçbir şey yok.
Yine arka fonda aynı isimler konuşuluyor, aynı eller yön çiziyor.
Çünkü CHP’nin kimyası böyle:
Bir aktör gider, bir başkası gelir.
Bir dönem biri “zafer kazandım” zanneder, diğer dönem bir ötekisi.
Ama hepsi sadece zanneder.
Oysaki tek vücut olmayı öğrendikleri gün sadece yerelde birkaç belediye ile kalmayıp Türkiye’nin idaresini ele geçirecekler.
Tek vücut olmayı öğrendikleri gün gerçek zafere erişebilecekler...
Bu bir koltuk savaşıdır, iktidar savaşıdır, güç savaşıdır.
Ve CHP’de rüzgâr bir sağdan eser, bir soldan eser, bazen de tam ortadan.
Kim kazansa kazansın, hangi grup kazanırsa kazansın, kimsenin böbürlenmemesi gerekir.
Çünkü koltuk, siyasetin en kaygan zemini üzerindedir.
***
Kocaeli siyasetini bilen bilir: CHP’de patronlar değişir ama denge değişmez.
Bugün o dengenin en güçlü ayağı, hiç kuşkusuz İzmit Belediye Başkanı Fatma Kaplan Hürriyet.
Kongre sürecinde belediye desteği açıkça hissedildi.
Artık gözler Erdem Arcan’da:
Belediyenin sesi mi olacak, yoksa örgütün lideri mi?
Kucaklayıcı mı davranacak, yoksa kendi çizgisinde mi yürüyecek?
Bu soruların cevabı, CHP’nin Kocaeli’deki geleceğini belirleyecek.
***
Kongre bitti, sahne boşaldı.
Ama replik aynı kaldı: “Birlik olacağız, değişim başlayacak.”
Artık kimse bu cümleyi alkışla değil, eylemle duymak istiyor.
Çünkü bu şehir aynı sözleri çok duydu, çok bekledi.
CHP Kocaeli’nin önünde yeni bir perde var.
Ve o perdenin başrolünde, 9 oy farkla gelen bir lider duruyor.
Şimdi sıra, aynı repliği değil, yeni bir hikâyeyi yazmakta.
***
Kongre sabahı yaşanan o basın gerginliği ise siyasetin vitrininin kenarını çizdi.
Bir kadın muhabire yönelik hakaret, ardından gazeteci büyüğümüz Erdal Sertel’in araya girmesi ve uğradığı saldırı…
Kısa sürede yatıştırıldı, özürler birebir iletildi ama görüntü hafızalara kazındı.
Basına el kaldırmak, partinin kendi değerlerine gölge düşürür.
Yeni yönetimden beklenen; olayı büyütmeden ama samimiyetle, basına açık bir dayanışma mesajı vermektir.
Bugün malumunuz 21 Ekim Dünya Gazeteciler Günü.
Hadi tam zamanı, verin özür mesajınızı ve kutlamanızı…
Bence Basından uzak duran bir siyasetçinin hayat damarlarından biri kopmuş demektir…
Bahsettiğim basın, organik basın.
Yani kastettiğim bu işi kamu kurumunda yapanları değil; piyasada, basın kuruluşlarında yapan basın mensuplarını kastediyorum…
***
Birkaç çift söz de bana yazılanlara, yorum yapan hadsizlere…
Kongre günü bana da sağdan soldan laflar geldi.
“Yok o adayın adamısın, yok bu tarafın yazarıymışsın…”
Onun adamısın, bunun adamısın diyenler zaten belli ki birilerinin adamı.
Benim kimsenin adamı olmadığımı bu şehir bilir.
Ben Bülent Sarı’yı da görevi süresince eleştirdim.
Daha önceki il başkanlarını da, gördüğüm eksikleri ve hatalarıyla eleştirdim.
Ama hep yapıcı oldum, hep çözüm odaklı yazdım.
Şimdi Erdem Arcan il başkanı.
Onu da yeri geldiğinde elbette eleştireceğim ve zaten bu ilk yazımda eleştirdim bile…
Çünkü ben eleştiriyi kişiye değil, davranışa yaparım.
Bülent Sarı da Erdem Arcan da sevdiğim, değer verdiğim insanlar.
Ama eleştirisiz gazetecilik, yazarlık olmaz.
Kendi babam bile siyaset yaptığı dönemde eleştirilerimden nasibini aldıysa, kimse kusura bakmasın ben doğru bildiğimi yazarım.
Hiçbir partinin üyesi değilim, hiçbir kapının önünde durmadım.
Ne Ak Parti'ye ne de CHP'ye “Beni işe alın”, “Beni Belediyeye alın” demedim.
Ne bir beklentim var ne bir hesabım.
Sadece gözümün gördüğünü, vicdanımın hissettiğini yazarım.
***
Kongre günü de birçok kişi bana sordu:
“Kim kazanır?” dedi.
Ben de artısıyla eksisiyle uzaktan gördüğümü söyledim.
Sonuçta ben gazeteciyim, yorumcuyum.
Ne duymak istediklerini değil, gördüğümü söylerim.
Beni etiketlemeye çalışanlara da buradan söyleyeyim:
Benim adım Uğur Ulusoy.
Bugüne kadar kimsenin kapı kulluğunu yapmadım, bu yaştan sonra da yapmam.
Ben sadece gördüğümü yazarım, çünkü sözüm kalemimden önce gelir.
Kimse bana klavye kahramanlığı yapmasın, maval okumasın.
Artistlik yapmak isteyen cast ajanslarına gidebilir!
Belki bir dizide arka planda bir rol verilir.
Herkes haddini bilecek…
Bir derdi olan varsa adresim belli, buyursun gelsin, kahvemizi içerken sohbetimizi yapalım.
Ve yazımı şu sözle bitirmek istiyorum; bu şehirde kalemini eğmeyenler, her zaman eğilenlerden daha uzun yaşar.
Sağlıklı ve huzurlu günler dileği ile...