Kimse fark etmez onu yol kenarında. Ne rengi çığlık atar, ne kokusu kendini öne çıkarır. Ama başın ağrıdığı, göz karardığı, sinirler gerildiği zaman… İşte orada, gökte değil yerde bir çare belirir: Gökbaş otu.

Bilim onu Tanacetum parthenium diye bilir. Halk arasında bazen başotu, kimi yerde de migren çiçeği diye anılır. Ama biz ona “Gökbaş” diyelim. Çünkü rengi göğe çalar, faydası başa varır.

Gökbaş’ın en değerli tarafı, içinde barındırdığı parthenolide adlı etken maddedir. Bu madde, sinirsel uyarıların damarları daraltıp genişletmesini dengeler. Migreni tetikleyen bu damar oyunlarını sakinleştirir. Aynı zamanda beyin çevresindeki iltihabi tepkileri azaltır.

Ama bu otun şifası sadece başla sınırlı değil. Kas gevşetici özelliğiyle gerilen boyunlara, çene kilitlerine iyi gelir. Kadim Anadolu’da, sinir krizi geçiren birine Gökbaş çayı içirilir, alnına lapa yapılırdı. O lapa sadece baş ağrısını değil, biriken iç sıkıntısını da alırdı.

Modern bilim onun içinde ayrıca flavonoidler, terpenoidler, tanenler ve uçucu yağlar da olduğunu söylüyor. Yani hem antioksidan hem de iltihap sökücü. Damar sistemine, sinir uçlarına, kaslara aynı anda nazikçe dokunur.

Gökbaş’ın bir başka özelliği daha var: Düzenli kullanıldığında migren atağının sıklığını azaltabiliyor. Sadece ağrı gelince değil, ağrı gelmesin diye de alınabiliyor. Ama burada ölçü, usul ve dikkat gerekir. Çünkü etkili olduğu kadar güçlüdür de.

Eğer dikkatli hazırlanırsa, çayı içilebilir, kurusu kapsül yapılabilir, yağı tentür hâline getirilebilir. Ama bu işler “duydum, kaynattım, içtim” tarzıyla değil; bilgiyle, ölçüyle, ustalıkla olmalı.

Gökbaş, kendini göstermeyen ama gerektiğinde el uzatan bir dost gibidir. Ne gövdesi iri, ne çiçeği gösterişli… Ama o sessiz haliyle başın karanlığını hafifletir. Hâl diliyle konuşur, ağrıya el uzatır.