Mustafa Kalabalık'ın Köşe Yazısı
Zülfü Livaneli’nin ‘Son Ada’ adlı kitabı üzerinden, ülke siyasetinde yaşananları, yaşatılanları, geçmişi ve geleceği karşılaştırdığımda, günümüz koşullarında hala değişen bir şey olmadığını görüyorum.
Bir süre daha olacağa da benzemiyor!
Adeta, günlük tutanların zaman zaman yazdıklarını okuyarak, önceki duygu ve düşüncelerini tazelemeleri gibi, düşüncelerini, fikirlerini yazıya döküp, kitlelerle paylaşmaya gayret eden bizler de, eskilerine zaman zaman geri döner, bugünlerle kıyaslarız.
İşte bugün sizinle paylaşmak istediğim, yine önceki günlüklerimden kaleme aldığım bir yazı…
**
Etrafımızda olup bitenleri, yaşananları gözden geçirdiğinizde, bazen “geçimsiz”, “aksi”, “küfürbaz”, “sert”, “ hakaret eden”, “kötü kalpli” insanların isteklerinin, iyi olanlara nazaran çok daha çabuk yerine getirildiğini görürsünüz..
Bunun sebebi; bu özellikteki kişilerden “korkulması” , “çekinilmesi” değil, “yapalım şunun isteklerini de bir an önce kurtulalım şu lanetten” düşüncesiyle yapılmasıdır.
Ama, sonuçta kötü olan galip geliyor...
Kitapta geçen;“...Bunca servet ve isim sahibi ünlü bir ailenin oğlu olarak şu haline bak. Adadaki ayak takımına karışmış durumda yaşayıp gidiyorsun.
Çünkü seni zararlı eşitlik fikirlerine, uyuşukluğa, haklarını savunmamaya alıştırmışlar.
Oysa insanlar eşit değildir.
Güçlüler ve zayıflar vardır, hayat ise bunlar arasındaki mücadeleden ibarettir” gibi sözlerin, kim veya kimler için söylenmiş olduğunu bende çok düşündüm!
Eşitlik, dostluk, demokrasi…
Bunlar hep zayıfların uydurduğu saçmalıklar(mış).
Çünkü onların yaşayabilmek için bu gibi kavramlara ihtiyacı var(mış).
Güçlünün ise bir tek isteği var(mış)dır ; daha fazla güç(müş).”
Ülkemiz gündemi ile ne kadar benzerlikleri var değil mi?
Biz “terör”ü saçma buluyoruz, “Son Ada” martı seferberliğini..
Biz terör sebebiyle dağa çıkmayı, köyleri boşaltmayı, göçleri, şehirleri nakletmeyi, yeniden inşa etmeyi konuşuyoruz,
“Son Ada” ise martıların evlerinden atılma tehdidiyle ürkütüldüklerini, büyük bir zenginlik hayaliyle umutlandırılmalarını..
Ayrılıklar, hüzünler, acı anılar, o kadar da yabancı değildir bize.
Geçip giden yıllar, saçlara düşen aklar, anlatılamayan duygular…
Biz insanlar, sınırlarımızı bilmeden kendi aklımızı beğeniyoruz da, öğrenmiyoruz, akıllanmıyoruz.
Her şeyi anladığımız zaman da genellikle iş işten geçmiş oluyor…
İçindeki kötülüklerle yaşayan, etrafına her zaman huzursuzluk saçan insanlar, fena halde korkuyorlar.
İşte, neden kötü olduklarının açıklaması bu.
İçlerindeki büyük korku!
Dünyada iyiler ve kötüler vardır. Kimin, neye göre iyi ya da kötü olduğu ise çoğu zaman bilinmiyor maalesef..
Kimilerinin de korktukları tek şey ise “soru”.
Soru sorulmasından ödleri kopuyor!
Sorgulayanlar ise buna mecbur olduklarını hissederek kendilerini yok etme pahasına direnişlerini sürdürüyorlar.’
Zemheri soğuğunda, serçe ile yavrusu bir dala konmuş.
Biraz sonra bıyıkları buz tutmuş ve gözleri soğuktan yaş tutmuş bir avcının yaklaştığını görmüşler.
Serçe yavrusu; ‘’Bak anne’’ demiş. ‘’Ne kadar merhametli bir adam, gözleri yaş içinde”.
Anne yavrusunu ses çıkarmaması için uyarmış.
‘’Sen onun gözündeki yaşa değil, elindeki kana bak!’’ demiş.
Ne yaparsan yap ama, adalıların rüyalarını çalmaya kalkma...
Bir umuda bağlanmak isteyen komşularına, bunun yalan olduğunu söyleme...
Kimseyi gerçekçi olmaya çağırma...
“Doğru” diye bildiklerinin “yanlış..
“Yanlış” diye bildiklerimizin de “doğru” olabileceğini aklından bile geçirme!
Çünkü bunalan insanların yalan bile olsa bir umuda sığınma ihtiyaçları, gerçeği söyleyenlerden nefret etmesine yol açıyor...
Aradan bir süre geçip haklı çıksan bile, bir şey ifade etmiyor bu.
Çünkü o zamana kadar başlangıçtaki koşulları unutmuş oluyorlar.
Peki, ya sizin koşullarınızı unuttuğunuz, umutlarınıza sığındığınız oluyor mu hiç?
Evet.
Umut; hepimize lazım olan, yaşamamız gereken insani bir değerdir.
Karşılaştığımız ve karşılaşacağımız tüm zorluklarda, sorunlarda umuda sığınmak, hepimizin hakkı… (2015)