Çetin Gürol'un köşe yazısı
Bazı insanlar sessiz sedasız yaşarlar ama varlıkları etrafına hep bir güven duygusu yayar. Gösterişli sözlerle değil, sessizce ve derinden iz bırakırlar. Gün gelir, bu dünya yolculukları sona erdiğinde, arkalarında oluşan sessizlik bize çok şeyi anlatır. Kurban Bayramı'nda, iki sevdiğim insan bu dünyaya veda ettiler.
7 Haziran Cumartesi günü akşam saatlerinde, kentimizin dayısı, ağabeyi, çözüm insanı ve hayırseveri Mustafa Pehlivan’ın vefatını öğrendiğimde büyük bir üzüntü yaşadım. Halbuki Kurban Bayramı sonrasında, Kızılay Kocaeli Şubesi Başkanı İbrahim Pay ve ekibi ile kendisini ziyaret etmeyi planlıyorduk.
Pehlivan dayının vefat haberinin üzüntüsünü atamadan, 8 Haziran Pazar günü akşamı ise Yahya Bilgin kardeşimin vefat haberini aldım. İşin gerçeği, ikinci bir şoku daha yaşadım.
Mesleğe girdiğimden bu yana her zaman Pehlivan dayının yanına giderdim. Yahya Bilgin kardeşimi ise meslektaşım, merhum Serkan Borlak sayesinde tanıdım. Esasında bu yazıyı yazarken, hem Mustafa Pehlivan, hem Yahya Bilgin kardeşimi hem de Serkan Borlak kardeşimi bir kez daha hatırlatmak istedim.
Tabii ki bu yazıyı yazmadan önce, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Sivil Toplum İlişkiler Daire Başkanı kardeşim Sabahattin Yamak’ın yazısındaki bir dosta, bir ağabeye, bir gönül birlikteliğine yazı ile vücut bulmuş halinden de etkilenerek yazımı kaleme aldığımı belirtmeden geçmek istemem.
Her iki isim de birer gün arayla ebediyete uğurlandı. Ama aslında yalnızca bir birey değil; paranın araç olduğunu, bir amaç olmadığını, bir zamanın ruhu, bir anlayış biçimi, bir bağlılık duygusu da onlarla birlikte aramızdan ayrıldı.
Pehlivan dayı ve Yahya kardeşim çevresinde bulunanlar için sadece bir isim değildi; bir çizgi, bir yön, bir sıcaklıktı. En ihtiyaç duyulduğu anlarda bir omuz, bir söz, bir yoldaş oldular. Onlara veda etmek, sadece bir insana değil; bir hayat tarzına, bir samimiyet diline veda etmek gibi geliyor. Onları sevenlerin, onlar için veda mesajlarına yazılan bu sözler de, aslında ne kadar derin izler bıraktıklarını gösteriyor.
Hem Pehlivan dayı, hem de Yahya kardeşim hiçbir zaman nezaketlerinden ve zarafetlerinden biz gazetecileri hiç üzmediler. Esasında sadece bizi değil, tüm insanlara karşı hümanist bir yaklaşım sergilediler. Kimsesizlerin kimsesi oldular. Kimi zaman bir bakmışsınız öğrencilerin öğretmeni, bir bakmışsınız yardıma muhtaçların hizmetindeydiler. İşte böylesi insanlar, 'az gelir' denecek sözlerin vücut bulmuş halleriydiler.
İnanın, sayfalarca yazsak, onları anlatmaya yetmez. Lunaparkta kimsesiz çocukların amcasıydılar. Üniversite öğrencilerinin ağabeyi oldular. Bu iki vefat haberi bende derin izler bıraktı. Onların ardından, her şeyin para olmadığını, insanın sevdiklerine zaman ayırmasının ne kadar kıymetli olduğunu, saygının olmazsa olmaz olduğunu bundan sonra daha da kendime düstur edineceğim.
Veda etmek gerekiyorsa da, dünyevi işlere de peşin peşin söylüyorum veda edeceğim.
Bu iki vefat, bana "VEDA"yı hatırlattı. Vefa’nın İstanbul’da bir semt adı değil, değer verilmesi ve anılarının yaşatılması gereken bir kavram olduğunu anladım.
Ve bu iki ismin de isimlerinin verilmesi gereken bir yere isimlerinin verilmesini öneriyorum.
Mekanları cennet olsun.