Belediye yönetimleri, yerel düzeyde halka hizmet amacıyla kurulmuş, kamu kurumu niteliğinde olan yapılardır. Bu kurumlar şehirlerin imarı, sosyal hizmetler, çevre düzenlemeleri, ulaşım gibi konularda doğrudan halkla temas halindedir. Belediye bütçeleri; İller Bankası’ndan nüfusa orantılı gelen pay başta olmak üzere, emlak vergileri, inşaat ve işyeri ruhsat bedelleri, çevre temizlik vergileri ve belediye iştiraklerinden sağlanan gelirlerle şekillenir. Bu kaynaklar sayesinde vatandaşların yaşam kalitesi artırılmaya çalışılır.

Ancak mesele sadece gelir elde etmek değil, bu gelirlerin nasıl kullanıldığıdır. Çünkü kamunun malı, milletin ortak hakkıdır. Onun için bu gelirlerin doğru, adil ve şeffaf biçimde harcanması bir tercih değil, zorunluluktur. İşte tam da bu nedenle kamu kurumlarının denetlenmesi, demokrasinin ve toplumsal güvenin en temel yapı taşlarından biridir.

Kamu kurumlarının hesaplarını denetleyen en üst kuruluş hiç kuşkusuz Sayıştay Başkanlığıdır. Sayıştay, her yıl kamu kurum ve kuruluşlarının mali tablolarını, harcama kalemlerini, ihale süreçlerini mercek altına alır. Hazırladığı raporlar, kamuoyuna açık biçimde sunulur. Bu raporlar, gazeteciler için de önemli bir haber kaynağıdır ve halkın vergilerinin nereye gittiğini gösteren birer aynadır.

Diğer tarafta İçişleri Bakanlığı’na bağlı Mahalli İdareler Kontrolörleri ve müfettişler de belediyeleri düzenli olarak denetler. Şüpheli harcamalar, usulsüzlükler ve görevi kötüye kullanma gibi durumlar tespit edildiğinde rapor tutulur, idari ve hukuki süreçler başlatılır. Buna ek olarak, Cumhuriyet Savcılıkları ve emniyet birimleri de gelen ihbarlar neticesinde soruşturmalar başlatabilir.

Bunca denetim mekanizmasına rağmen hâlâ bazı kişiler gözünü para hırsı bürümüş şekilde hareket edebiliyor. Kimileri belediye kasasını kendi cüzdanı gibi kullanıyor. Kimileri kamu malını yağmalamakta sakınca görmüyor. Bu insanlar, göz göre göre halkın parasını çarçur ederken, arkalarında bıraktıkları mağduriyetleri umursamıyorlar. Ne yazık ki bu olaylar başka bir ülkede yaşansa, özellikle Japonya gibi kültürel değerlerin yüksek olduğu yerlerde, sorumlular onur meselesi yapıp harakiri bile yapabilir. Bizde ise bazıları yolsuzluk iddialarının ardından hâlâ ekranlara çıkıp mağdur edebiyatı yapıyor.

Son yıllarda belediyelere yönelik artan operasyonlar, kamuoyunun gündeminden düşmüyor. Gözaltılar, tutuklamalar, açılan davalar... Her yeni gün, yeni bir haberle uyanıyoruz. Televizyonu açtığımızda adeta dizi izler gibi bu olayları takip ediyoruz. Ancak burada önemli bir çizgiyi göz ardı etmemek gerek: Masumiyet karinesi. Herkes, suçluluğu yargı kararıyla kesinleşene kadar masumdur. Bu ilke çiğnendiğinde, toplumda adalet duygusu yerine linç kültürü yerleşir.

Fakat şu da bir gerçek: Ortaya atılan iddiaların doğruluğu kanıtlanırsa, vay o insanların haline! Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenlerin, kamu malını kendi zimmetine geçirenlerin bu dünyadaki rahatlıkları geçici olabilir; ama öteki dünyada bunun hesabını vermeleri çok daha ağır olur. Bizim kültürümüzde haram, haramdır. Kim çalıyorsa, kim yolsuzluk yapıyorsa Allah onun belasını versin! Hangi siyasi görüşten, hangi partiden, hangi mahalleden olursa olsun fark etmez. Hırsız hırsızdır.

Sokakta vatandaşa kulak kabartın. “Senin adamın ne yapmış?”, “Senin adamın neden incelenmiyor?” gibi cümleler havada uçuşuyor. Bu kısır döngü, adalete zarar veriyor. Oysa hukukun üstünlüğünü savunuyorsak, yargı süreci dışında kimse hüküm veremez. Yerel mahkeme karar verir, istinaf yolu açıktır. İstinaf da yeterli görülmezse Yargıtay devreye girer. Oradan da sonuç alınamazsa, Anayasa Mahkemesi’ne, hatta gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurulabilir. Adaletin yolu uzundur ama vardır. Sabır ve kararlılıkla izlenmelidir.

İstanbul’da başlatılan soruşturmaların Adana’ya, oradan başka illere sıçradığı haberleri geliyor. Kulislerde konuşulanlara göre başka belediyeler de sırada. Açık konuşmak gerekirse, kim tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyor, kim bu milletin malını çalıyor ise haram zıkkım olsun! Ben bir fikir işçisi olarak emekli oldum ama geçinebilmek için hâlâ çalışıyorum. Benim gibi milyonlarca insan bu ülkede alnının teriyle ekmek kazanmak için çabalıyor. Şimdi siz bu insanların vergileriyle oluşan bütçeden cebinizi dolduracaksınız, sonra da "bizden" diye size göz mü yumacağız? Asla!

Son günlerde kulislerde yüksek sesle konuşulan bir başka konu da şu: Bizim kentimize de operasyon sıçrayacak mı? Gergin bir bekleyiş var. Ancak bizim talebimiz net ve sade: Adaletin gözü bağlıdır, öyle de kalmalıdır. Kimin adamı olduğuna değil, ne yaptığına bakılmalıdır. Eğer bu bozukluklar düzelmezse, "O yaptı, ben de yaparım" diyerek yeni yeni suistimaller doğar. Bu durum en çok da asgari ücretle, emekli maaşıyla yaşam mücadelesi veren insanların umutlarını tüketir.

Adaletin olmadığı yerde huzur olmaz. Hukukun çiğnendiği toplumlarda güven kalmaz. Güvenin olmadığı bir ülkede de ne ekonomi büyür, ne insanlar kendini güvende hisseder. Onun için hepimiz için geçerli olan tek bir ilke var: Adalet mülkün temelidir.

Bu satırları yazarken içim yanıyor. Çünkü ben bu ülkenin insanına, emeğine ve geleceğine inanıyorum. Herkesin hakkıyla, namusuyla görev yaptığı, yolsuzlukların olmadığı, kamu kaynaklarının halk için harcandığı bir yaşam hepimizin hakkı. Dürüst insanların ezilmediği, hırsızların el üstünde tutulmadığı bir düzen istiyoruz. Bu zor mu? Hayır. Yeter ki hep birlikte adaleti talep edelim, ona sahip çıkalım.