Ben antrenörüm.

Her gün terle yoğrulmuş hayallerin içinden geçerek sahaya girerim.

Bir çocuğun ayağındaki topta, bir gencin yüreğindeki umutta kendimi görürüm.

Ama itiraf edeyim...

Her geçen gün, futbolun giderek ekranlara hapsoluşunu izlemek içimi burkuyor.

Bir zamanlar sokaklar bizim ilk akademimizdi.

Taştan kalelere, çizgiden ofsaytlara…

Toprak sahada düşüp kalkarak, hem futbolu hem karakteri öğrenirdik.

Ya Şimdi, çocuklar artık sahada değil, ekranda büyüyor.

YouTube videoları, Instagram klipleri, FIFA oyunları...

Her şey sanal.

Her şey hızlı.

Her şey “mış gibi”.

Ben bir antrenör olarak, bir çocuğun ilk top kontrolünden çok daha fazlasını izlerim:

Ayağı titriyor mu?

Karar anında kafası yukarıda mı?

Yenildiğinde susuyor mu, yoksa yıkılmadan devam mı ediyor?

Bunlar, veri analiziyle ölçülmez.

Bunlar, gözle değil, gönülle anlaşılır.

Bir genç geliyor bazen.

Diyelim ki 15 yaşında.

“Hocam ben 10 numara oynamak istiyorum, idolüm Neymar.”

Ama kondisyon testi 6 dakika.

Taktik disiplini sıfır.

Neden mi?

Çünkü onun futbolla teması; bir TikTok şovu kadar kısa ve parlak.

Onun Neymar’ı, bizim Metin Oktay’ımız gibi acıdan, fedakârlıktan, sabırdan geçmedi.

Yine de vazgeçmem.

Çünkü ben antrenörüm.

Sadece futbolu öğretmem.

Karakteri şekillendiririm.

Her kaybedilen topun ardından ayağa kalkmayı,

Her yedek kaldığında da çalışmaya devam etmeyi öğretirim.

Futbolcu değil, insan yetiştiririm.

Benim sahalarım sessiz ama gerçektir.

Işığı azdır belki, ama içindeki emek parıldar.

Bir çocuğun gözlerindeki parıltı, bana Ballon d'Or’dan daha büyük bir ödüldür.

Ben antrenörüm.

Ve hâlâ inanırım.

Gerçek futbol sahada başlar.

Gerçek yıldızlar, sabırla doğar.

Gerçek devrim, ekranlarda değil, çamurlu sahalarda yazılır.

Futbolda iz bırakan değil, iz taşıyanların tarafında.