Mustafa KALABALIK'ın Köşe Yazısı
Ülkemiz siyasetinin geldiği ve gittiği yön!
Tarihimizin çok da eskilerine kadar uzanmadan, mevcut devlet sistemimizin başlangıcından itibaren değerlendirdiğimizde, yani 1923 yılında Cumhuriyeti’in ilanından itibaren süregelen dönemi hatırda tutmak ve hatırlatmak isterim sadece.
1923 – 1946 yılları arasındaki yıllar, kurucu iradenin “Tek Parti” varlığı ile sürdü.
1946’dan itibaren de 75 yıldır ülke yönetiminde “Çok Partili Siyasal Sistem” ile bir mücadele(!) sürdürülüyor.
Ve bu 75 yıldır süregelen, serbest seçimler ile halkın tercihlerini belirleyen seçim sonuçları, istisna örnekleri dışında hep “sağ” diye tanımlanan siyasi partilerin galibiyeti(!) ile sürdü.
Tarihinde hep “tek aile” ve “tek adam” ile yönetilmeyi bilen toplum, her ne kadar seçilerek de gelse yine eskilerin devamı niteliğinde veya hasretinde bir yönetim seçtiler kendilerine...
Alışkanlıklar..
Kolaycılıklar..
Geleneksellikler..
Sistemin avantajı ile makam ve mevki çıkar mevzileri de katıldı yönetim yarışları sürecine.
Ekonomik çıkarlara dayalı çıkar mevzileri..
Babadan oğula geçen algılar..
Belli kesimlerin güdümüyle yönlendirilen toplumlar..
Adına siyaset dediğimiz, toplum yönlendirme, idare etme, hizmet etme ve yönetme süreçlerinin her bir çeşidi içinde yer alan kişi ve kurumların varlık nedenleri...
Her bir siyasi parti, her bir siyasi partiye gönül verenler, kendi tercihleri ve önceliklerine göre konumlarını belirleyerek hayatlarını sürdürürler.
Nedenleri, niçinleri de, kısaca yukarıda saydığım şekilde gerekçelendirilir.
Bu kesim dışında, bir de Cumhuriyet’in kurucuları mirasında bulunan, farklı iddialarıyla, söylemleriyle faaliyetlerini yürüten siyasi partiler, bu siyasi partiye gönül verenler vardır.
Bu kesim içinde kendini konumlandıranlar da tercihleri ile hayatlarını sürdürürler.
İlerici..
Özgürlükçü..
Demokrat..
Sosyal demokrat..
Halkçı..
Yenilikçi..
Aslında tek partili dönemde yapılanların, gerçekleştirilenlerin ve söylemlerin, toplumun her kesimine ve her alanına üretime dayalı katkıları da asla inkâr edilemeyecek önemde.
Ve hatta bugünlere kadar gelinmesinin güvencesi, şansı, kazancı oldu.
Ve şimdi siyaset sahnesinde yeniden bir değişim söz konusu.
Kısa zaman önce değiştirilen devlet yönetim şeklimizin (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi), toplumu getirdiği yer, sağ-sol parti kavramlarının yerine başka değerler, varlıklar, beklentiler, hesaplar ile ittifaklar üzerinden tercihlerde bulunulmasını da bir anlamda zorunlu kıldı.
İttifaklarla kenetlenen hayaller, dillendirilen vaatler, topluma sunulan gelecek beklentileri, eski alışkanlıklardan daha bilinçli bir şekilde vazgeçilmesini, ya da farkındalıkların artmasını sağlayabilecek çalışmalar yapılmasını zorunlu kılıyor…
Şu bilimsel çalışmaların yapılması ve sonuçların uygulamalarıyla, örneklemeleriyle halka anlatılması, kanımca kesin olarak bir zorunluluk!
Tıpkı “psikolojik savaş” ve “psikolojik harp” gibi…
Siyaset psikolojisi..
Psikolojik siyaset..
Toplumun sandık tercihlerini etkileyen, bilinç altı şartlandırılmanın önlenmesine yönelik bu iki ana bilim dalı ile (ve elbette ki arttırılabilir) birlikte, kurumsallaştırılarak çalışmalar yapılması, ülkemizin “demokratik”, “laik”, “sosyal”, “hukuk” düzenine en büyük katkı olacağını düşünüyorum.
Ve bu kurulu, mevcut düzenin de en güçlü kesimi olan, Cumhuriyeti kuran iradenin temsilcisi CHP’nin başlatmasını bekliyorum.
Haydi CHP!
Toplumun siyasal tercih bilincinin farkındalıklarını arttıracak çalışmalarda bulunarak, siyasal söylem, eylem ve adımlara yönelik çözüm önerileri hizmeti sunacak, “Sosyal Bilimler Kurulu” kurulması girişimine bekleniyorsunuz…
*
İşte CHP’ye böyle seslenmiştim bir süre önce.
*
Ve şimdi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun belirleyerek, ülke gündemine hediye ettiği “helalleşme” konusunu, ben, yukarıdaki yazıma uygun beklentilerimin sadece bir adımı olarak görüyorum.
Adını “helalleşme” olarak koymanın, “barışmak”, “bağışlamak”, “affetmek”, “devr-i sabıktan men olmak” gibi algılayanların olduğunu da görüyor, okuyoruz.
Özellikle de kendilerini CHP’li olarak gören ve sıfatlarına “ulusalcılar” yaftası yakıştırılan siyasetçi, yazar, çizer, gazeteci kimlikli kişiler.
Hatta eski CHP Milletvekili, gazeteci Barış Yarkadaş; “Helalleşme” çağrısı, parti tabanında hiçbir karşılık bulmadı. Bırakın karşılık bulmayı, üstüne üstlük bir de tepki çekti” gibi hangi güç ve etkileri ile “parti taban tepkisi ölçümünü” yaptılar da, bu değerlendirmeleri kesin hükümle dile getirdiler, kaleme aldılar anlaşılır gibi değil..
Hele tabanın(!) “reddi miras korkusu” olduğunu düşünmesi..!
75 yıllık çok partili siyasi seçim takvimlerinde, CHP ve sol olarak adlandırılan siyasi partilerin iktidar olamamasını hep-ve- sadece kişi bazında diline dolayanların..,
Ecevit, Baykal, Çetin, Öymen ve uzun zamandır da Kılıçdaroğlu üzerinden fikir beyan edilerek, eleştirilmesini,
Seçimlerde %20-25 bandının geçilememesini “kişisel başarısızlık” olarak görülmesini,
SAĞ diye bilinen parti temsilcilerinin, üyelerinin ve seçmenlerinin kendilerine öğretilenleri tekrarlamasını anlarım da,
SOL diye tanımlananların, CHP’li olduğunu ifade edenlerin, kendilerini sosyal demokrat ve solcu olarak lanse edenlerin eleştiri ve suçlamalarını anlayamıyorum.
Özellikle de bana göre “helalleşme” adı ile daha geniş bir toplum ve seçmen kesimine hitap etmeye doğru yol almış bir Kılıçdaroğlu başkanlığındaki CHP’nin, geçmiş seçim tarihini bilmeden, hatırlamadan eleştirilmesini de anlayamıyorum.
Ben bu “helalleşme” sürecini, “psikolojik siyaset” konusunun ilk adımı olduğunu değerlendiriyorum.
Kılıçdaroğlu’nun siyasete kattığı yeni gündemini de, bir psikolojik siyaset zemini oluşturma ve buradan hareketle topluma alternatif olduğunu gösterme açısından kıymetli olduğunu da düşünüyorum.
Tabi, hem kendi partisi, hem de ittifak ortakları tarafından “helalleşmeye” ne derece sahiplenileceği, hem de toplumsal karşılığının ne kadar olacağı belirsiz.
Bu yeni siyasi tavrın kıymeti bilinmeli, ülkeyi yeni bir döneme sokacak, geleceğe hazırlayacak, seçim sonrasındaki olası iktidar değişiminde, ittifak ortaklarıyla birlikte dönüşümü, başarıyı, huzur ve güveni yeniden sağlayacak gerçekçi bir stratejiye de dönüşmesi şart…
Nasıl ki, İstanbul, Ankara başta olmak üzere (İYİ Parti ve Millet İttifakı ile birlikte de olsa) % 50 üzerinde oy alarak birçok il ve büyükşehirde başarılı olmuşlarsa,
‘Seçmen CHP’ye ve sola oy vermez!’ düşüncesinin anlamsız olduğunu gösteren sonuçlar alındıysa,
Bugün bu adıma karşı çıkanlara rağmen, ülke siyasi gündemine soktuğu “helalleşme” ile daha geniş kesimlere ulaşılabileceği de bir gerçek.
Başarıysa alın size başarı; Adana (%53,63), Ankara (%50,93), Antalya (%50,62), Artvin (%50,96), Aydın (%53,94), Bilecik (%50,64), Bolu (%52,71), Burdur (%53,14), Çanakkale (%60,73), Edirne (%44,87), Eskişehir (%52,30), Hatay (%55,16), İstanbul (%48,80), İzmir (%58,10), Kırşehir (%44,79), Mersin (45,09), Muğla (%36,01), Sinop (%56,63), Tekirdağ (%51,18), Yalova (%45,91)…
Eğer başarı değilse bu sonuçlar!
Ya da başarı, CHP’nin değişen politika, söylem ve eylemleri ile gelmediyse!
Ne ile geldi, nasıl gelecek sizce?